26/06/2021

OMUZLARA BAKMAK

Necib Sultanım buyurmuştu.Ziya Efendi'ye zahiren yardım edip ona mürit getiren Ankarada PTT müdürü Mahir bey,Dörtyol'daki terzi dükkanıma Ziya Efendi ile birlikte gelmişti.Bu zat'ın benim omuzlarıma baktığını farkettim.Önce sağ omuzuma baktı.Sonra sol omuzuma nazar etti.Bu şekilde omuzlara nazar eden kimseler kemalet ehlidirler

NECİB SULTAN'DAN

"Hatay Dörtyol'da yaşamış nakşi Şeyhi' Ziya Bölükbaşı hazretlerinin yol göstericilerinden Ankarada PTT müdürü Mahir bey diye birisi var idi.Mahir Bey çok değerli bir zatın dervişi idi.15-20 kaşiden oluşan bir derviş topluluğunu eğitmiş,başlarına bir imam tayin etmişti.Bu dervişleri Dörtyol'a getirerek yahut Ziya Efendi'yi ankara'ya davet ederek bu kişileri Ziya Efendi'ye mürit eyledi.hATTA BU ZAT dÖRTYOL7A TERZİLİK YAPTIĞIM DÜKKANA Ziya Efendi ilhe birlikte gelmişti.Bir zaman sonra bu kişilere İmam olan kişi ile Mahir bey arasında bir ihtilaf çıkınca ziya Efendi bu ihtilafla alakalı olarak üç kişiyi Ankara'ya gönderdi.Aslında bu hata idi.Bizzat kendisi gitmesi gerekli idi.Ankara'ya giden bu üç kişi mahir beyle görüştüklerinde Mahir bey bunlara "Ben Peygamber'den emir alıyorum" deyince bu üç kişi bu zatı yanlış anlayıp "her halde kafayı üşütmüş" dediler.ziya Efendi ise bu ihtilafta imam olan arkadaşın tarafında yer almıştı. Ankara'ya giden bu üç kişi sille yediler.birisikarısını boşadı,diğerinin dükkanı yandı,üçüncüsüde bir başka belaya duçar oldu. zİYA eFENDİ DÜNYASINI DEĞİŞTİRDİKTEN SONRA bu üç kişinin baş olma isteği galebe geldi ve bu istek dervişana zarar verdi.

10/06/2021

VERİLMEYEN SADAKA,

t;Necib Sultanım Adana Acıbadem hastahanesinde prostatdan ameliyat olmuştu. Doktorun başarılı dediği ameliyat sorun çıkarttı. İlk ameliyattan çıktıktan sonra biz taburcu olmasını beklerken hazret: İşimiz daha bitmedi demişti. Akabinde ani bir tıkanık derhal ameliyatın tekrarını gerektirdi. Çünkü doktor içeride parça unutmuştu.

İkinci ameliyat, uzayan süreç ve ücretli hastahanenin oda fiyatları v.s nedeniyle hazret buyurmuştu; Çifte minare camisindeki yoksullara para dağıtmamız, yahut Zillibaba'nın hadimi kadına para vermemiz gerekti, ihmal ettik dağıtacağımız paranın kat kat fazlası hastaneye ödendi".

Boşuna denmemiştir:"Az ver çok yalvar, çok ver hiç yalvarma"</span></h2>

UKRAYNA RUS SAVAŞI,

Necib Sultan'ım ifade ettiler:Ne Menderes ne de Kayserili(Abdullah Gül),Tayyib'in yerinde olsa idi Amerika'ya İncirlik üssü nedeniyle rest çekemezdi.Tayyib bilemiyorum bir Allah adamından destek alıyor.O zat rest çek diyor, Tayyip rest çekiyor.1915 olayları ile alakalı ABD Başkanı "Soykırım" ifadesini kullanınca Cumhurbaşkanı İncirlik nedeniyle rest çekti. İncirlik üssü Türklerindir, Türk hava kuvvetlerine tahsis edilmiştir. ABD isterse uçaklarını Katar'daki üslerine konuşlandırabilir" ifadesiyle ABD 'ye rest çekti. ABD kıç üstü oturdu. Akabinde Çin ve Kuzey Kore restleşti ABD ile. Putin bekliyor. ABD ve Rusya çatışacak. Muhtemel mesele Ukrayna olabilir. Menfeatleri %50. Tayyib aniden bir şeyler yapacak. bilemiyoruz" dedi. </span></h2>

NECİB SULTANIN RÜYASI

;Bir rüyasını anlattı.Ziyaretine gelen bir siyasetçiden bahsetti. O esnada kapının çalması üzerine kapıyı açtığında Hz. Osman efendimizin kendisine ziyarete geldiğini gördüm dedi.İçeride oturan siyasetçiyi görünce "o çıkmadan içeri girmem" dedi. O siyasetçi gidince eve girdi buyurdu. Beraberinde Üç kur'an getirdiğini beyan ederek Üç kur'an dan tercüme olanı filan'a, arapça mushaf olanı&nbsp; filana, birisini de kendisine verdiğini belirtti.Üç sene önce okunan Kur'an'ın manasının içine doğduğunu ancak yaptığı bir hata yüzünden bu halin kendisinden geri alındığını ancak üç yıl sonra yeniden aynı halin tekraren kendisine verildiğini belirtti.</span></h2>

UKRAYNA RUS SAVAŞI

Haftalık ziyarette birbiri ile dövüşmeye hazırlanan iki horozdan bahsetti.ABD/Rusya olsa gerek. Putin için tüm tedbirleri aldı sağlam dedi.Kuzey Kore'nin Rusya'nın yanında olduğunu belirtti. Trump zamanında Rusya, Kuzey Kore'nin yanında olduğunu belirtti. Türkiye'nin tutumu merak konusu dedi.Ukrayna başbakanının Türkiye ziyaretinden bahsetti. Demek ki Ukrayna için sıkıntılı bir dönem olacağını,Türkiye'nin iki ara bir derede kalacağını hissettim.

VERMEK DUUYGUSU,

Necib Sultanım anlatmıştı: Allah Teala bana "verdirmeyi" bahşetmişti. İlk okula giderken okuldaki fakir çocuklara kalemimi, defterimi verirdim. Eve gelince annem kızar. Verme diye tembih eder ama yine de verirdim. Bu benim bilinçli yaptığım bir hareketim değildi. Nihayetinde konu babama intikal eder. Babam hali vakti yerinde bir adam olup beni çok severdi. Önce bu hareketimden dolayı bir güzel dayak yedim. Sonra vazgeçti kalemi defteri silgiyi düzine ile alırdı.

METLİ SULTANIN KERAMETİ,

 NECİB SULTANIM.


İskenderun’da çalışırken evdeki büyük kız" ben dedemi şu kadar seneden ber i görmedim beni Dedeme götür "diye tutturdu.Diğer çocuklardan küçük olan ikiside bizide götür dediler.Otobüsle Konya’ya gittik.Konya’ya ulaştığımızda gece saat 12 yi geçiyordu.Otogarda bulunan taksiler gideceğimiz yer 10 liralık bir mesafe olmasına rağmen benden 30 lira istedi.Ben celallenip vermek içimden gelmedi.Çocukların elinden tutup yürüyerek yoldan gidelim.Başka bir taksi gelirse el ederiz daha hesaplı gideriz diye içimden geçirdim.onbeş yirmi dakika yürüdük.Kış günü yerde kar ve ayaz buz gibi.Bir müddet sonra yanımızda siyah renkli son model bir araba durdu.Bana hitaben “Efendim buyrun” dedi.ben şaşırdım arabaya bindik.Bizi evimize kadar bıraktı ve bana “Kusura bakma Metli Sultanım zikir yaptırmakta idi.Bana emretti filan yerden şu şu kişeleri arabaya alarak evlerine götür”dedi.Ben biraz geciktim.dedi.Bizi götüren adamın ismini dahi sormayı unutmuşum.Metli Sultanın himmetlerinden en küçük olanı.


NECİB SULTANDAN HARAÇ ALAN KİŞİ,

 Necib Sultanım anlattı.Konya'da Alaattin tepesine yakın yerde bir evde yalnız kalıyorum.İki odalı bir ev.tuvalet dışarıda.Babamın hayvan yetiştirdiği yer ise farklı bir yerde.Gece saat on ikiye kadar dükkanda çalışıyorum,gece eve dönüp yatıyorum.Karlı bir gece.yerde kırk santim kar var.yoldan eve giderken inisanların bastıkları yer bir iz oluşturmuş bir kişinin geçebileceği şekilde çukurda bir yol oluşmuş.Eve giderken birden karşımda iri yarı bir adam.Başında ingiliz foteri var.Elbisesi ve kaputu kadife,ayağında ayakkabı var.bir kişinin geçebileceği yolda karşı karşıya geldik.Yan yan  geçmemiz gerekir.Adam karşımda dikildi.Ve bana hitaben dikkatlice baktı.o esnada elim gayri ihtiyari belimdeki bıçağa gitti.Adam bana hitaben "Bana bir 50 lik ver".olduğum ve para kazandığım için cüzdanımı çıkarttım.Atatürk7ün bastırmış olduğu paralardan bir 50 TL verdim ve yoluma devam ettim.Eve vardım pijamamı attım ancak uyku tutmadı.Ben gencim.Bu adam benden haraç aldı.Elimde bıçakta var.Ben bu parayı ona nasıl verdim? diye içim içimi yemekte idi.Konya otelinin sahibinin oğlu arkadaşımdı.Bazen dükkandan çıkıp saat 8 9 gibi otele uğrar onunla muhabbet ederdim.Bir kaç gün sonra Otele gittim.Otelin girişinde büyükçe bir salon var.Taş kömür sobası kurulmuş otel müşterileri bu salonda oturmaktalar.Soba başında otururken Adamın birisi olanları anlatıyor:"Ben İstanbulda besicilik yapmaktayım.İstanbul7a  vagon koyun götürdüm.SattımCebimde külliyetli bir para var.Memlekete dönerken birde Konyayı gezeyim dedim.

Her taraf kar.istasyonda kızakçılar var.yolcuları kızakçılar taşıyor.Kızağın birisine oturdum.Parasını vermek için elimi cebime attım.Cüzdanım çalınmış.Kızaktan indim.yaya bir vaziyette tren istasyonundan şehir merkezinde bir otele  gitmek için yürümeye başladım.Otele verecek param dahi yoktu.Şehir içerisinde giderken yürüdüğüm istikamette karşıma 1.90 boyunda iri yarı birisi çıktı.Adama ben “Bana 50 lira ver”  dedim.adam korkusundan cüzdanını çıkarttı bana kağıt 50 lira verdi.Biraz gittikten sonra tekrar bana geri dönerek baktı.Yetmezse daha vereyim gibi.ben bu para bana otel için yeter.otelde kalırım ertesi gün memlekete telgraf çeker para isterim” diye düşündüm.Başka para istemedim.otele geldim.Bir haftadan beri burdayım.<Memleketten  param geldi.Şimdi ben bana o parayı veren adamı arıyorum.Kendisine 500 Lira para vereceğim”dedi.Bu adam meğer benim o gece para verdiğim adam imiş amma beni 1.90 boyunda iri yarı birisi gibi görmüş halbuki ben 55 kg birisiyim.İçimden adamın yanına gidip sana o parayı veren benim,hatta filan yerde bu hadise oldu” diye işaret verip 500 Lira almayı nefsim istedi.Adamın yanına yaklaştım.Hiçbir şey demedim.Adam konuşmaya devam ediyordu”Para Allah’ın,mülk Allah’ın” diyordu.Bunu duyunca kendimi belli etmeden oradan ayrıldım.

NURCANIN NİŞANLANMASI,

 Sanat mektebinde okusun diye dördüncü kızım Nurcan'ı Osmaniye'de okuttuk. Bir ev tuttuk evde iki kız ve şehit olan oğlum Yusuf vardı. Bir zaman sonra evin bulunduğu mahalleden bir delikanlının ailesi kızı istemek için eve geldi.Damat, astsubaylığa girmiş, doğuda askerlik yapıyor imiş. Bulunduğu yerin kar nedeniyle altı ay yolu kapalı. Aile kız isteme nedeniyle epeyce gidip geldi. Fakirlikten gelen birileri. Bir mana Manada bizim kızı bir delikanlı bisikletinEe bindirmiş Kabeyedoğru gidiyorlar. Çağırdım bana ikisi de el sallayarak gittiler. Delikanlı'nın çalıştığı yerin yolları şimdi kapalı diye birazda işi uzatmak, çocuğu görmek bahanesi ile 'çocuk geldiğinde gelirsiniz bir görmem gerek dedim .Kızımı isteyen çocuğu gördüm rüyamdaki çocuk." kızı verdim"dedim

HAYR NEREDE ?

 

Necib Sultanım anlatmıştı. Hasan Hüda hazretlerinin huzurunda otururken Hacı Bekir amcanın kalbinden ne geçmiş ki Hasan Efendi onun yüzüne bakarak "Kaldırabilecek misin?" dedi.Biz bir şey anlamadık. Bir müddet sonra hazret "Düşün de cevap ver" dedi. Bu hadiseden sonra hacı Bekir Uzun'a sordum: Hayırdır ne oldu. Hacı Bekir amca anlattı: Mübareğin huzurunda iken içimden geçti ki "Bunlar Allah'ın mübarek kulları.Bana bir yetki verseler de ben hastalara okusam da şifa bulsalar" Bu duygular geçince mübarek "kaldırabilecek misin" dedi, anlayamadım. Necib Sultanım buyurdu ki:Hacı Bekir! Ben izah edeyim. Hak Teala sana böyle bir hal bahşetti. Okuduğun kimselerden para almamaya niyet ettin. Ancak şu kadar sayıda kişiye okuduğun vakit bir kurban kesmen lazım" deyince Hacı Bekin amca:Efendim.benim o kadar kurban kesecek imkanım yok" der. Necib Sultanım buyurmuştur ki: insanların hastalığına şifa niyetiyle bu tür okuma yapan kimseler eğer belirli sayıda kurban kesip muhtaçlara dağıtmaz ise bir çok hastalığa duçar olurlar amma hastalığın kaynağını bilmezler.Bu nedenle Hasan Efendi hazretleri "Kaldırabilir misin?" buyurdu. NECİB SULTANIM YİNE SÖZÜNE DEVAM etti: Gaziantepli Bilal Baba hazretlerine bağlı olan Ahmet Can, hastalara okumaya başlayınca,hanımın akrabası olmakla dedim ki:Her okumada bari bir horoz kes(kan akıt)demiştim. Pek aldırış etmemiş.bir gün düz yolda giderken yüz üstü yere kapaklanıp eli yüzü yırtılınca aklına bu nasihatim gelmiş ve hemen bir kan akıtmıştı.

KAÇAKÇILIK YAPAN MÜRŞİT,

 

: Sultanım buyurdu ki: Hanımı vefat eden, çocukları evli bir adam geldi. Kızı,babasından oturduğu evini satıp kendileri ile kalmasını istediğini belirtmiş. Sultanım şahsa demiş ki; sen dinçsin. Kendi işlerini yapabiliyorsun. Enişte evinde rahat edemezsin demiş. Adam demiş ki: 25.000 TL param var. Ben en fazla bu şehirde sana güveniyorum. Bu paranın 5.000 TL si bana en azından iki sene yeter.Para sende emanette kalsın" deyip parayı masaya bırakarak çekip gitti.Adama bir şey diyemedim. Parayı da dükkandaki raf üzerinde duran bir tahta sandığın içine koydum. Ertesi gün manevi bir emir aldım: İzmir'de tanıdığım ve sevdiğim bir zatın kerameti zahir olup halk öğrenmiş. Bunun üzerine bu Veli'nin kolunda sepet içinde kaçak boncuk, pullu malzeme satması, bu şekilde adının kaçakçıya çıkıp zahir olan velayetinin gölgelenmesi gerekmekte imiş. Sultanım kaçak incik, boncuk alıp Konya'ya götürmesi gerekmekte. Konya'da Kapı Cami yanında bir şahsın bunu alıp İzmir'e götürmesi gerekmekte imiş. Necib Sultan, düşünmeye başlamış. Bir sepet kaçak malzemeyi nereden bulacak, nasıl satın alacak. "Hak Teala sebepleri peşi sıra getirir" dedi. Ertesi gün Şehirdeki Aptalların (romenlerin) içinde onların velisi olan birisi dükkana geldi. Elinde üzeri bezle örtülü dolu bir sepet vardı. Bana dedi ki: Necib Efendi bunun içi kaçak boncukla dolu. Paraya ihtiyacım var. Bu sepetteki malın bedeli 20.000 TL amma ben seni tanıyorum. Bana önden 5.000 TL ver. Bunu malı bana getirenlere verip kredimi devam ettireyim, ihtiyacım var" dedi. Baba sultanın aklına kendisine emanet bırakılan 20.000 TL para geldi. Hemen bu parayı alıp sepet sahibine verdi. Sepeti eve getirdiğimde evdeki hanımım bu boncuğa ihtiyacı olduğunu söylediyse de hiçbirisine dokunamazsın dedim. Hemen Konya'ya gitmek için yola çıktım. Bir Konya arabası durdu. En arkada bir kişilik yer vardı. Sepeti bagaja yükledik. Mersin üzerinden Konya'ya doğru yola çıktık. Erdemli girişinde Jandarma durdurdu. Kaçak eşya arıyorlar. Benim sepeti de indirdiler. Bagajda Suriye'den kaçak gelen 32" lik bir televizyon buldular. Sahibini indirdiler. Benim sepeti geri bagaja yüklediler. İçimdeki ilk korku geçti. Aynı şekilde iki arama noktasını daha geçtik. Her defasında sepet aşağı indirilmekte ancak üzeri örtülü bez kaldırılıp içine bakılmamakta idi. Konya'ya vardım. Sepeti Kapı Camisindeki yere getirdim. Bu yükü karşılayacak bir Veli zat dedi ki: Buna ihtiyaç kalmadı. Sen gecikince kaçak boncuğu Adapazarı'ndan temin etmişler İzmir'deki o zatta bu sepeti koluna takıp bedestende dolaştırmış ve adı "kaçakçı" ya çıkarak mesele hallolmuş dedi ve gitti. Ben elimde içi ağzına kadar kaçak malla dolu sepet kaldı. Kime nasıl satılır bilemediğim için Konya'dan eskiden tanıdığım bir kaç dükkana teklif ettiysem de iltifat etmediler ve beni de kaçakçılık yapıyor zannettiler. O sırada Beyi çercilik yapan karı koca tanıdığım Metli Sultan'a devam eden bir derviş aileye rastladım. Evlerine davet ettiler. Sepeti yanıma alıp evlerine gittiğimde ilk gördüklerinde bana "Sultanım" deyip elimi öpmeye kalkışan bu aile, sepet içinde kaçak boncuk satmak istediğimi anlayınca şaşırdılar ve soğuk davrandılar. Ben onlara "Sepet burada kalsın ben babama uğrayıp dönüşte alırım " deyip ayrıldım. Tekrar Dörtyol'a döndüm. Aradan tam altı ay geçti. Parayı emanet eden adam hiç yanıma uğramıyor ve benden uzak duruyordu. Bu da garibime gitti. Altı ay sonra tekrar Konya'ya gittim. Sepeti bıraktıklarımın evine uğradım. Bana iki kutu getirdiler. Her bir kutuda 20.000 Tl vardı.%100 karla satmışlar ve bana şu teklifte bulundular: Aynı şekilde bir kaç sepet kaçak mal getirirsem bu parayı o zaman vereceklerini söylediler. Ben birazda yüzsüzlük yaptım yirmi binTL olan kutuyu alıp, parayı peşin vermeden bana mal vermezler deyip 20.000 TL yi aldım ve geri geldim. Dükkana girip parayı tahta sandığın içine koydum. Ertesi günü, parayı emanet eden şahıs geldi bana sert bir şekilde parasını geri istedi ve parayı yeyip içtiğini biliyorum bari kalan kısmını ver,çocuklarımla aram açıldı" deyince ben raftaki sandığı indirip önüne koydum. İçindeki yirmi bin lirayı adamın önüne koydum. Adam şaşırdı. Meğer dışarıda neler duymuş. Kaçakçılık yaptığımı parayı yediğimi duyup içinden farklı düşünceler geçirmiş. Parayı görünce adam durakladı ve: Hakkını helal et. Benim eski paramdan zaten harcayacağım para var bu sende geri kalsın dediysem de parayı almaz ise dışarıya fırlatacağımı söyledim adam parayı aldı çıktı. Ertesi gün adam dünyasını değişmiş ve cebindeki para mirasçılarına kalmış. Necib Sultanım Emanetin riskinden bahsederken bir olay daha anlattı: Zengin birisi kasasını açarak içindeki dolu parayı gösterdi ve bana dedi ki:Necib Efendi ben dağıtamadım. Bunu al senin dağıt dedi. Düşündüm: adam ömür boyu biriktirmiş ancak cimriliğinden dağıtamamış. Bana yükünü devredecek. Bu nedenle sessiz kaldım ve oradan derhal ayrıldım. Necib Sultanım şunu ifade buyurdu:"Evlat nefisle imtihan zor. Sekiz çocuk okuyor. Yokluk var. Nefsim kayabilir. Allah geçirirse imtihanı geçebiliriz. Yoksa zor buyurdu.

GUFUR BABA

 Necib Sultan'ım anlatmıştı. Kuzuculu'daki evden çıkıp yürürken yanımda bir araba durdu. İçinde Ahmet Aksoy ve hanımı Zekiye abla vardı. Ahmet Aksoy, Kuzuculuda yetişen evliyaullahdan Hacı İlyas hocanın oğlu idi. Bana "Erzin ilçesinde bir cenaze var beraber taziyesine gidelim" dedi. Ben itiraz etmedim. Arabaya bindim. Erzin'e cenaze evine geldik. Çok büyük bir kalabalık vardı. İnsanlar yemeğe oturmuşlardı. Bizi de bir masaya aldılar. Cenaze, hali vakti yerinde ehli tarikat bir kadın idi. Herkes masadan kalktı. Sağ tarafımdan bir işaret geldi o tarafa hafif baktım. 22 yaşlarında bir delikanlı idi."Maşallah bu genç yaşta nasıl olur" derken o genç kalktı. Meğer gencin yanında birisi daha oturur imiş. Bu zatı tanımıyor idim ama ismini duymuş idim. O zat kalktı hemen bir sedire oturdu ve bana işaret ederek yanına oturttu ve bana "Benim Dörtyol'daki dervişlerimle niçin ilgilenmiyorsun. Yedileri gönderdim ama biraz gevşekler "dedi. Bu zat adana Karataş yolu üzerinde eski ismi mihmandar denilen yerde türbesi olan Gafur Baba idi. Mübarek oturduğu yerden kalktı, bir arabaya bindirdiler ayrıldı. Beraber gittiğimiz Ahmet Aksoy ve diğerleri hazretin bana ne dediğini sordular merakla. Anlayamadım dedim savuşturdum. Bu zatın sanki yıllar öncesinden tanışıyor gibi bana kelam söylemesine hayret etmişlerdi.

Evliyaullahın bazı sözlerinin anlaşılması uzun yıllar sonra olabilir. Mübareğin Dörtyol İlçesinde elli atmış civarında dervişi vardı. Bu dervişlerle ilgilenmesi için içlerinden . . . 'i tayin etmişti. Baktım, dervişler nezdinde bir tembellik  var. Yenilenme yok. Tefekkür ettim mübareğe hizmet noktasında noksan kalmışlar. İçlerinde ......'un en zenginin oğlu var idi. Dini ilmi de yerinde idi. Ona, on beş günde cami kürsüsünden bir vaaz ver dedim. Dervişler arasında sermayesi olmayıpta ticari kabiliyeti olanlar var idi. Bunlara biraz sermaye ver dükkan açsınlar dedim. v.s. Ancak sonuçta küçüldüler ve dervişler, ilçedeki bir başka zat'a devroldu.

BEYAZİD BESTAMİ,

 Sultanım Necib Efendi hazretleri yine aynı duayı tekrar etti. Ümmeti Muhammedin birbirine düşmemesinden ve bugünkü felaketten (corona virüs) daha beteri olan bir felaketten muhafaza edilmesi hususunda. Her zamanki halim gibi hiç bir şey sormadım. Belen'de türbesi olan Gazi Abdurrahman Paşa hazretlerini ziyaretimden bahsettim."Hatay'ın valisi" dedi. Beyazid Bestami hazretleri için ise Hem imam Caferi Sadık hazretlerine, hem de imam Ali Rıza hazretlerine hizmet ettiğini belirtti.

BİLMEDEN GİTMEK

 Necib Sultanım anlatmıştı. Adam fukarai sabirinden imiş. Evlenmiş. Fakirlik mevcut. Ancak ehlullahın fakirliği farklı bir fakirliktir. Bir müddet sonra hanımı ayrılmaya karar verir. Kocasının bir işi yok. Kadın kendi kendine der ki yarın olsun ana babamın evine gideyim. O gece Efendi yatar. Hanımına der ki üşüyorum üzerine yorgan at. Hanımı yorgan atar. Efendi tekrar eder bir yorgan daha at. Bu minvalde üzerine sabaha kadar en az on kat örtü (yorgan, kilim, çarşaf v.s) atılır. Efendi ekenden sabah namazına gider. Kadın evden ayrılmaya karar verdiği için bakar ki kocası dışarıda gelince terk edeyim der. Bir zaman sonra kapısını birisi çalar. Kadın hayret eder, bu vakitte kapıyı kim çalmıştır. Dışarıda bir adam katırın sırtında bulunan yükleri indirmekle meşgul. Adam bir yığın yiyecek getirmiştir. Adam tüm eşyaları eve bırakır ve Efendiye selam söyle sağolsun dün gece bizi soğukta donmaktan kurtardı."der gider. Kadın getirilen yiyeceklerden sabah kahvaltısı hazırlar. Efendi eve geldiğinde bir bakar ki mükellef bir sofra hazır. Hayretle hanımına "Bunları kim getirdi ?" der. Karısı bu sefer kocasına kızar;"Soğuktan donmaktan kurtardığın adam getirdi, bilmiyor musun?" der.

Hadise şöyle imiş:Adamın biri, gece vakti, şehre satmak üzere eşya getirmek üzere katırı ile yola çıkmış. Çıktığı vakit ay aydınlık imiş bir müddet sonra kuvvetli bir tipiye ve soğuğa muhatap olmuş. Donma tehlikesi içinde iken bir efendi kendisine yorgan, kilim, halı v.s getirip örtmüş. Sorduğunda ben filanım demiş. Hak Teala bu beladan adamı kurtarınca adam teşekkür için efendinin evini sorup bularak hediyelerini takdim etmiş.
Hakikatte Efendi evinde yatmakta ama Hak Teala ona iş yaptırmaktadır.
Bu hikayeyi anlattıktan sonra Necib Sultanım buyurmuştu:Evlat bilmek büyük tehlikedir. Allah bilmeden giden kullarından eylesin!" buyurdu...

ESMAİ HÜSNANIN TECELLİSİ,

 Konya'dan Bursa'ya göçen bir aile var idi. Adamın iki oğlu büyümüş, bir oğlu askerde, diğer oğlu hafızlığa çalışırken adam vefat etmişti. Kadın yalnız başına ne yapacağını bilmez iken, Belediye yol genişletmesi nedeniyle gecekonduyu yıkma kararı tebliğ etmişti. Anne perişan bir vaziyette hafız oğluna çaresizliğini anlattı. Bursa da o zaman iki tane ipek kumaş fabrikası vardı. Birisi İpeker diğeri Resul bey. Konyalı olması hasebiyle dertlerini anlatmak için Resul ağaya giderler, durumlarını anlatırlar. Ağa ilgileneceğini söyler. Sabahleyin yıkım ekipleri eve geldiğinde, ağa Belediye ile arası iyi olduğu için belediyeden mehil alır. Aile evi kendileri yıkacaktır. Buna karşılık Belediye kendilerine bir ev birde para verir. Resul ağa askerden gelince oğlun bana gelsin der. İpek kumaş imal eden fabrika o zamanlarda ipek böceğine dut yaprağı değilde başka ot verdiğinden elinde külliyetli miktarda kumaş stoku vardı. Askerden gelen oğlanla birlikte hafız kardeşine bu işin pazarlamasını verdiler ve bu kardeşler İskenderun'da Altındişler otelinin altında bir dükkan ve depo kiralayarak gömleklik olarak ipek kumaş toplarını getirmekte idiler. Üç gömleklik kumaşı 15 liradan satmaya başladı .Kumaşın albenisi fevkalede idi. Bir iki ay içinde insanlar, terziler bu kumaştan kapış kapış aldılar. Ben terzi olmam hasebiyle kumaşın durumunu bilmekte idim. Dut yaprağı yemeyen koza, başka otla beslenirse ondan imale edilen ipek bir kaç yıkanma sonrası altı ay içinde dikiş yerlerinden çözülür. Bu nedenle kumaş alıp dükkana gömlek dikmek için gelen müşterinin siparişini, ancak altı ay sonra teslim ederim diye geri çevirdim. İnsanlar başka terzilere yöneldi. Stokları eritip bir miktar kumaş kalınca satışlar bıçak gibi kesildi. İki kardeş o zaman aile oteli niteliğinde olan Erzin otelinde kalmaktalar idi. İki kardeş düşen satışlar üzerine dükkanıma geldiler ve bana :"Sen hemşerimizsin niçin işimize taş koyuyorsun?" dediler. Ben ise onlara dükkanımda sattıkları kumaşlardan hiç olmadığını gösterdim ve işin mahiyetini anlattım. Çünkü kumaşın foyası meydana çıkmıştı. Bir akşam vaktinde otelin aşağıda olan ve mescit olarak kullanılan kısmında hafız olan kardeş namaz kılmakta idi. Birden Bir "Allah" sedası patladı ki, tüm binanın camları sallandı. Oteldekiler, pasajdakiler telaşla ne oluyor dediler. Hafız, yerde diz çökmüş vaziyette kendinden geçmiş halde oturmakta idi. O esnada otelde bulunan bir doktor hemen oturan adamın kalçasına sakinleşmesi için bir morfin yaptı ama tesiri hiç olmadı. Daha sonra bir morfin yine yaptı ama hiç etkisi olmadı. Oteldekiler tedirgindi. İri yarı iki kişi, hafızı oturduğu yerden kaldırmak istediler ama hiç kıpırdatamadılar. Erzin otelinin müsteciri Rahmi bey beni çağırttı. Yanında İskilipli atıf efendinin yetiştirdiklerinden şeyh Ömer Temiz efendi vardı. Ömer Efendi, bana hitaben:"Yüzbaşıoğlu! hafızı ancak sen kaldırabilirsin"dedi. Büyüklerin bana öğrettikleri bir şey var idi. Hafızın yanına vardım ve ismi ile hitap ederek elini uzatmasını istedim. Uzattı kaldırdım ve benim terzi dükkanıma oturttum. İçinde yirmi dört şişe olan bir kasa gazoz getirttim. Hafız tüm şişeleri içti"

Bu hadiseyi anlatan Necib Sultan buyurdu ki Esmai hüsnanın müsemması tecelli ederse kişinin zahirdeki konumu tamamen değişir. Hatta bir duvara çiviyi çakacak mecali kendinde bulamaz...

HİZMET ETMEK,

 Nakleden Mehmet Şinasi Özoğul. Bir tarihte ziyaret için Dörtyol'a gelmiştim. Dükkan kapalı idi.evine uğradım. Birlikte arabama binerek Ali Baba hazretlerinin türbesine geldik. Ben Osman Seraceddin hazretlerine bağlı olduğum için içimden, ben burada değilim, şeyh Osman Efendiyi ziyaret ediyorum duygusu geçti. Malum, bir şeyhe bağlı olanlar, bir başka şeyhin halkasına dahil olmak istemezler. Hatta onların zikir halkasına dahi oturmazlar. Dua esnasında Necib efendi bana döndü, şöyle söyledi:"Bir insan bir yere bağlı olabilir ama beş yere de hizmet edebilir". Bu sözden sonra bendeki bu taassup kalktı...

ŞİNASİ ÖZOĞUL

 Nakleden Mehmet Şinasi ÖZOĞUL.Baba annemin vefatı ile alakalı şöyle bir olay yaşanmıştı. Necib Efendi hazretleri Dörtyol'daki terzi dükkanında otururken dükkan kapısına küçük bir erkek çocuğun elinden tuttuğu bir kadın gelir ve bir müddet dükkandan içeri bakar. Gittikten sonra Necib Efendi, babaannemin dünyayı değiştiğini bu nedenle Kilis'e gidilmesini dedeme söyler. Dedem Mehmet Özoğul Dörtyol da bulunan devlet üretme çiftliğinde ambar memurudur.Necib Efendi ve Nakşi meşayihlerinden Ziya Efendi Kilis'e cenazeye gelirler. Bu hadiseyi dedem, aile içinde anlatmıştı

CESEDİMİZE BAKMAK,

 NECİB SULTANIM ANLATMIŞTI: Konya'da bulunmak ta iken İsmail Efendi diye bir zata bir  müddet hizmette bulundum.Mübarek Evliyaullah'ın gece nöbetlerinden bahsederdi.Bir müddet sabaha kadar konya sokaklarında sohbet ederek gezdik.Şöyle anlattı: Evliyaullahdan bir zat dünyasını değişmişti.Geceleyin nöbet esnasında baktım bir at arabasının arkasına hayırlarını yüklemiş geliyordu.Ben maaşallah! hayırları yüklemişsin  dedim. Selamlaşıp beni geçtikten sonra at,arabayı çekemez oldu.Bana geri dönerek "İsmali Efendi  dua etde at, yükü çeksin" dedi. At; bizim vücudumuz idi. Eğer biz ata bakmaz isek, topladığımız hayırları çekemez olur. Dua ettik at tekrar arabayı çekip gitti.".

Necib Sultanım, bu anlatımında, insanın vücuduna da bakması gerekliliği ortaya çıkmıştı. Hak Teala'nın rızk olarak verdiklerinden yemek-yedirmek,içmek-içirmek-giymek-giydirmek gerekti.

ÇALIŞANLARA YEDİRMEK,

 İskenderun'da terzilik yaptığım sırada dükkanda çalışan kalfalara tenbih etmiştim. Aç olanlar filan lokantada yemeklerini, filan yerde de tatlılarını yiyebilirler. Ben hafta sonları hesabı öderim. Bu minvalde durum bir müddet devam ettikten sonra, Kurban bayramı hafta içine rastlamıştı. Kalfalar çalışmadıkları için dışarıda olanlar memleketlerine, şehirde olanlar da ailelerinin yanlarında idi. Hafta sonu dükkanda yalnızken lokanta çırağı hesap getirdi. Baktım gariplik var. Kalfalar şehirde olmadıkları halde yemek yenmiş gibi hesap geldi. Aynı şekilde tatlıcıda hesap gönderdi. Biraz kızdım dükkan sahiplerine gittim. Bunlar sanırım yemediler dedimse de dükkan sahibi Usta istersen yarı fiyatını ver dediler. Ben de hesabı tam ödedim ve hafta başı kalfalara artık herkes cebinden yesin içsin dedim.bir zaman sonra şehre bir mübarek geldi.Öğle zamanı "birlikte yemek yiyelim, buyrun falan lokanta'ya gidelim" dediysem de mübarek "buraya son gelişim. Senin için geldim.Yemek yedirmeyenin yemeğini yemem" dedi ve yemek yemeden "Allahaısmarladık" diyerek veda etti. Ben hatamı anlamıştım...

KADER SIRRINI BİLMEK

 Allah adamlarının manevi idareci konumunda olanlar ülke meseleleri ile ilgilenip bazen görüş belirtirler. Bu görüşler,hadisenin vukua gelmesinden önce o filmi seyretmek gibi bir şeydir. Sonuçlarını ehline söylerler.Bundan maksat, o Zatlara tabi olanların imanlarını sıkılaştırmaktır. Otuz yıl içinde her denileni çıkmıştı. Son mahalli seçimde ...... ilçesinde daha önce üç dönem belediye başkanlığı yapmış, sonra kaybetmiş, iki dönem sonra yeniden aday adayı olmuş ve seçimde üçüncü çıkmış birisi için "Danışıp söz tutsaydı kazanırdı" ifadesini kullandı.Tüm bunlardan anladım ki el elden üstün arşı a'laya kadar. Sırrı kaderi bilmek o kadar zor bir durumdur ki asla ifşa olunmaz. Zira nasıl ki devlet sırrını bilip ifşa etmek eskiden idamı gerektirmekte idi. Aynı şekilde sırrı kaderi bilip ifşa etmekte  tüm manevi mertebeleri kaybetmekle eş değer olsa gerek.

BAL,TEREYAĞI

 İskenderun'da yoğurtçular pasajı denilen bir yerde genellikle süt ürünlerini satan dükkanlar bulunurdu.Pazar cuma günü idi.Dükkanda iken Abacılar köyünde oturan iri yarı benim "Dağlar aslanı" diye lakap taktığım biri on kilo taze yağ getirdi.dedi ki,pazara gittim esnaf ağız birliği etmişcesine dokuz lira verdi,ben on lira istedim vermediler.Bende onlara satmadım sana dokuz liraya veriyorum dedi.Ben içimden ihityaç olmasada zuhurat dedim.Parasını vereyim dediysemde sonra alırım dedi gitti.Arkasından assubaylık yaparken ek iş olarak balcılık yapan birisi geldi.Kaliteli bal ürettiği için o zaman bu ballarını hilton oteline gönderiyordu.Elinde on kg bir teneke bal dükkana getirerek Necib usta bu balı al dedi parasmını sonra alırım diyerek tenekeyi bıraktı gitti.

Yaz vakti yağ ve balı yüklendim eve götürdüm.Hanım baktı yaz günü bal mı yenir dedi.Buzdolabının olmadığı bir zamanda on kilo terayağına ne gerek var niçin aldı n diye söylendi.Ertesi günü bunlar bizim akrabamız olan kişiler idi.Hacca gitmek için gelmişlerdi.Ozaman tüm hacılar İskenderun'da toplanmakta pasaport v.s işlemleri burada yapılıp,gemiyle gidilmekte idi.işlemlerinin bir hafta süreceğini beyan eden bu iki akraba bizim eve misafir oldular.Hanımın yüzü asık.akşam üstü gelen misafire bu saatten sonra ne yemek yapacktı.Evde iki tane gazlı ocak vardı.Birisi ses çıkartan gazlı ocak ki fiyatı on lira idi.Diğeri ses çıkartmadığı için onbeşlira idi.Misafirlere akşam namazından sonra kalacakları odaya aldım.Misafirler bana:"Bize hiç bir yemek hazırlığı yapmayın biz sadece taze yağ ile bal yiyeceğiz dedi.Bende hanıma söyledim.yemek telaşından vazgeçti.Bu misafirler kaldıkları yedi gün boyunca gece kaldıkları odada sesli zikir yapmakta idiler.Sabah namazına da Kaptanpaşa camisine gitmekte idiler.Misafirlikleri boyunca sadece taze yağ ve bal yiyerek almış olduğum bal ve terayağını bitirdiler.

ZİLLİ BABA

 Bir işi devamlı yapanların ara sıra o işi bırakıp dinlenmeleri gerekir imiş.Bende bir gün dükkandaki işleri kalfalara bıraktım.bir taksi dolmuşu ile Adana'ya gittim.Küçük saatin berisinde üç tarafı yol olan bir parkta oturuyordum.Karşımdaki bankta bir genç oturuyor kendi kendine konuşarak sövüyordu.Elimle işaret edip yanıma gelmesini istedim.Asabi bir şekilde ne var dedi.Cebimden o zamanki kağıt paraların en yükseğini çıkartıp bana bir sigara alırmısın dedim.Adama paraya baktı ,bana baktı gitti.o gittikten sonra ben parkın beni görmeyecek bir köşesine çekilip adamı islemeye başladım.Adam birazdan elinde sigara paketi  ile geldi.etrafa baktı ben yokum.elindeki sigara paketine ve paraya baktı.Benim gittiğimi anladı.ağzı ile sigara paketini yırtarak bir sigara çıkardı.Yaktı.Sigarayı iki nefeste bitirdi.parayı cebine koydu gitti.Birazdan para üzerinde ziller takılı olduğu halde Adana'nın sembol meczublarından Zilli Baba parka geldi.Benim önümde durarak beni takip et dedi.Zilli Baba önde ben arkada tam iki km yol yürüyüp,belediye garajının yedek parça yahut hurda artıklarının konduğu bir yere geldi.burada kulubemsi bir barınağı vardı.bana ağacın dibine otur dedi.bir müddet oturduktan sonra "şimdi gidebilirsin" dedi.O zamandan sonra bir çok defa ziyaretine gittim.Hak teala bu zata bir marifet vermişti:Çocuğu olmayan kadınlar kocaları ile beraber ziyarete gidip çocuk olması için dua istediklerinde mübarek "At bana bir göbek,al sana bir bebek"diyerek bu marifeti ona lütfetmiş idi.Onun dua ettiği tüm karı-kocanın çocuklarının olduğu sayısız kez tecrübe edilmiştir.Bugün ise Seyhaüzerindeki köprüden geçilip Demiryolunin kuzey kısmındaki bulvardan Valilik tarafına gidilirken Beldiyenin garajolarak kullandığı yerde türbesi mevcut olup,görevli elamanlar türbe ziyaretine gelen özel araçlara izin vermektedirler.Türbesinin yanında çok büyük bir okaliptüs ağacı mevcuttur.Türbedarı bir kadındır.Çocuğu olmayanlar için şifa merkezidir.

YEMEK YEDİRMEK,

 "İskenderun'da terzilik yaparken (1952-1969) yanımdan onbeş'e yakın kalfa çalışıyordu.Vğle vakti öğle yemeği için herkes evlerine gidip geliyordu.Belki elamanların evlerinde yeterli imkanları yok diye Sonra bir uygulama başlattım.Filan lokantada sulu yemek istiyorsanız öğle yemeğinizi oradan yiyebilirsiniz.Kebab isteyenler filan lokantaya gidebilirler.tatlı canı isteyenler ise bitpazarının köşesinde iki kardeşin işlettiği filan tatlıcıdan yiyebilirler diye.Cumartesi günü olduğu vakit lokantacı,kebabcı,tatlıcı gelir haftalık hesapları getirir öder idim.Bu bir kaç sene böyle devam etti.beş günü tatil olan bir bayram'a tesadüf ettiği için elamanlar bir gün çalışıp diğer günlerde evlerine veya memleketlerine gitmişlerdi.hafta sonu bu üç esnafta bana hesap getirdiler.Halbuki o hafta içinde elamanların yemek yememeleri gerekiyordu.çünkü dükkan kapalı idi.gelen esnafa bir şey demedim ben dükkanınıza uğrarım dedim.Çalışanlara hafta içi yemek yeyip yemediklerini sordum .Yemedik usta dediler.Ben dükkan sahiplerinin yanına gittim.bana günlük defteri gösterdiler yemek yenmiş gibi gösteriyordu.Ben esnafın hesabını ödedim ve esnafa herkes kendi yediğinin hesabını versin deyip,gençliğin verdiği kızgınlıkla yemek uuygulamasını kaldırdım.Yanlmış yapmışım.Beni ziyarete gelen bir Allah dostu var idi.ara sır uğrardı.Geldiğinde öğle yemeği vakti idi."Sultanım beraber yemek yiyelim" dedim.Bana asabi bir şekilde "Yemek yedirmeyenin yemeği yenmez" diyerek gitti.Pişman oldum.Uygulamayı tekrar başlattı isem de bu sefer kalfalar yemeğe gitmediler.

NEBATATTAN GEÇİŞ

 "Nebataddan hayvanata geçmek Ademiyyetin şartıdır.Tanıdığım  birisi vardı(isim söylemedi).8 ila 10 tane ineği vardı.Sabah yemeğini yer ineklerini önüne katar yazı dediğimiz yerleşim birimlerinin dışındaki yerlerde akşama kadar otlatır.Sonra döner.İneklerinin sütü,yağı v.s ile çocuklarının nafakasını temin ederdi.Birgün karşılaştığımızda şunları anlattı:"Çobanlığı bıraktım.Sabah tan akşama kadar hiç bevl isteğim gelmezdi.Bir gün nasılsa inekleri yayarken öğle sonrasında bevl ihtiyacım geldi.Etrafta kimse yok kıbleye arkamı dönerek bevl etmek istediğimde şalvarı çözdüm birden önümde bulunan ot dile geldi.Bana   "efendi benim üzerime bevl etme.Zira beni bir hayvan yiyecek ve ben bu nebatlıktan kurtulacağm.Bevl edersen kokusundan dolayı hayvan yemez".Diğer tarafa döndüm bu sefer o cihetteki ot konuşmaya başlayarak aynı şeyrei söyledi.Nihayet bevl yapamadım ve erkenden hayvanları önüme katarak eve getirdim ve ertesi günü de hayvanları sattım"dedi.Sen de çok şükür ki nebatattan geçmişsin" .

MÜRŞİT SEVGİSİ

 23 yaşındayım.Konya'da terzilik yapıyorum.Cuma günü cuma ezanından iki saat önce 80 yaşlarında bir zat dükkana geldi.Bana, Ben evela çay içerim, sonra etli ekmek yerim sonrada kahvemi içip Cuma namazına giderim dedi. Dükkandaki çalışanlar misafirin çayını,etli ekmeğini ve kahvesini ısmarladılar. Ertesi cuma günü de aynı saatte geldi aynı ikram yapıldı. Bu zat zülcenaheyn bir zat idi. Hayat hikayesini kısadan geçersek 18 yaşında eğitimini tamamlayarak bir mahalle camisine imam olmuştu. O zamanlar askerlik v.s nedeniyle imamlık yapabilmek için 40 yaşına gelmek gerekti. Onsekiz yaşında imam olmaz diyerek mahallelinin şikayeti üzerine müftü bu zatı görevden almış. Bu kişide medrese eğitimi almış birisi olarak askeriyeye kayıt olmuş. Konya o zamanlar askerlerin Batı'ya sevk yeri idi. Trenlerle bu sevkiyat yapılırdı. Bu zatıda o işe katip olarak tayin etmişlerdi. Başında bir binbaşı ve dört tane de silahlı asker bu sevkiyatı yapmakta idiler.Askere alınacaklar İstasyona bitişik meydanda toplanırlar ve trenin gelmesi beklenirdi.Askere gidecek olan erlerden birisi o gün aniden ortadan kaybolmuştu.Binbaşı, sen askere sahip olamadın diye bu zata, tüfek harbisi ile bayıltıncaya kadar dayak atmıştı.Kaybolan asker çıkıp geldiğinde Konyalı olduğunu,o gün bir çocuğunun doğduğu haberini aldığını çocuğunu görmek için kaçtığını itiraf etmişti.Binbaşı'da hemşerine iltimas geçtin diye bizim zatı muhteremi dövmüştü. İki üçgün sonra teftiş için Paşa geldi. Katiplik yapan zatın topallayarak ortada dolaşmasından şüphelendi ve direkt sordu :Dayak mı yedin? Bizimki ses çıkarmadı. Şikayette etmedi.Paşa, katibin elbisesini çıkarttırdığında vücudundaki izleri görünce fena halde kızdı ve binbaşıyı çağırdı. Elbisesini çıkarttı eline palaskayı aldı:"Bir asker, yeri geldiğinde bin askere bedeldir" diyerek binbaşıya bir güzel dayak attı.Bizim zatı muhterem Yemen harbine iştirak etti. Çantacılıktan assubay oldu. Filistin taraflarında çarpışırken bir şarapnel parçası ile yaralandı. Etrafta ne hastane ne de yardım edecek kimse vardı. Bir ara elini attığında, eline bir at kuyruğu geldi sıkıca tuttu. Kendine geldiğinde bir sahra hastanesinin önünde idi. Hastahanedekiler şaşırdılar bu hasta biraz önce yoktu şimdi nasıl geldi dediler ve hastayı tedavi ettiler.Ve bu zat emekli oldu. Evlendi.çocuğu olmadı. Benim dükkanıma bu zat her cuma günü gelmeye başladı. Bende onu Mürşit olarak kabul ettim. Çayını kahvesini içip etli ekmeğini yer iken sürekli sohbet etmekte idi. Bekar olduğum için kendime ayrı bir ev tutmuştum. Pazar günü babımın evine gittiğimde analığım Remziye hanım babama "Ali bey, Necibe sormayacakmısın?" diye bir sual sorunca babam celalli bir şekilde "Kapat o mevzuyu"dedi. Babamın dışarı çıkmasını fırsat bilerek analığıma meseleyi sordum Benim dükkanıma gelen o zatın hanım tarafından akrabaları babama gelerek "80 yaşındaki bu çocuksuz zengin adam, parayı senin oğluna yediriyor" diye laf çıkartmışlar. Babam da onlara oğlum elinin emeği ile kazanıyor.Kimsenin parasına muhtaç değil"diyerek terslemiş. Aradan üç dört ay geçti bu sefer etraftaki esnaflar v.s de konuya müdahil olarak:Bu ihtiyar zengin adam parasını bir gence yediriyor diye laf çıkartmışlardı. Ben zatı muhteremin sohbetlerinden memnundum. Her Cuma gününü iple çekmekte idim.

Bu ara abisi ile arkadaş olduğum bir kız var idi. Konya sanat mektebine terzilik için gidiyordu. Bu kızın anası dul. Halasıda dul idi. Çok zengin idiler. Kızın abisi Bağdat büyük elçisi idi. Bu şekilde bir evlilik mevzuu var idi. bana da terziliği bırakacaksın, Büyükelçi olan abim yıllık izne gelirken bir araba getirecek bu arabayı bana verecek ben bu araba ile ailenin mal varlıklarına gözkulak olacak, kızın annesini ve halasını gezdirecektim. Bu mevzuyu zatı muhteremime açtım. dikkatle dinledi Kapının kanatları eşit olmalı, kadın malı kapının tokmağıdır. açılırken de kapıya vurur kapanırken de diye laflar etmeye başladı. devam eden cuma günlerinde sohbetlerin sonunda mevzuyu yine bu hususlara getiriyordu. Anladım ki bu işe efendim razı değil. Ben içimden zengin bir aile, araba ve ferah bir hayat hayalleri kuruyordum. Herhalde efendiler benim evliliğime de karışmazlar diyordum. Mürşidimin sevgisi ile kızın sevgisini tarttığımda kız biraz ağır basmakta idi.Ertesi cuma efendi gelmedi.sohbetine alıştığım iç in merak ettim.Sonraki Cuma günü de gelmedi. canım sıkıldı. böylece dört cuma gelmedi. O gece rüyamda Efendiyi gördüm ve bana rüyada o kızdan vazgeçmedikçe gelmeyeceğim diyordu. Bu zaman dilimi içinde Efendinin sevgisi içimde artmış, kızdan soğumaya başlamıştım. Kararımı verdim. Kızın evine gittim. Annesi ve halasının olduğu bir ortamda ben evlenemeyeceğimi onlara bildirdim.Çok şaşırdılar.Bu kadar büyük bir serveti kim reddedebilirdi ki. Bu karardan sonraki cuma günü Efendi geldi. Derin hikmetli şeyler söyledi. Bu bende sır olarak kaldı.Ben evlenene kadar kız kimse ile evlenmedi.Sonra evlendiğini duydum.

MEHMET BİR HOCA,

 İskenderun hayatım esnasında başlangıçta imam-müezzin-müftülerle aram çok iyi idi.sürekli onlarla birlikte idim.Hamidiye Camisi imamı hafız Mehmet Bir hoca ile mutlaka her gün görüşürdük.1950 ve sonrası insanların mevlüt okutmaları yaygınlaşmaya başlamıştı.İinsanlar sürekli hocaları davet edip ölülerinin hayrına mevlüt okuturlar idi.Mehmet Bir Hoca'nın İstanbul'dan saygı duyduğu bir kimsesi o gün İskenderun'a gelmişti.Uzun boylu , zayıf bir kimse idi.Akşam namazından sonra birlikte mevlüt icra edilecek yere gittik yatsıdan sonra dağıldık.Aynı paytonla evlerimize giderken İstanbul'dan gelen beyefendi Mehmet hocaya kızmıştı.Kızma nedeni ise mevlüt okutan hane sahibinin hocalara ücret vermesi nedeni idi.Gelen zatı muhterem "Mevlüt okumaya giderken dahi gittiğin aracın ücretini kendicebinden vereceksin"demişti.(Necib Efendi buzatın isminisöylemedi).Buzatın Adapazarında görevlendirdiği bir bayan annemizvardı.Bu annemiz anadan babadan zengin ve ölmüş olan kocasından da kalan mal varlığı nedeniyle varlıklı idi.Bu bayan Adapazarında hafız öğrencileri himaye etmekle görevliidi.kendisine Anadolu'dan müracaat eden beş altı öğrenciyi barındırır ,tüm ihtiyaçlarını karşılar hafızlığın yanı sıra dini ilimleri de öğretmenler vasıtasıyla talebeye öğretir.Bu eğitimitamamlayanların devlet tarafından imam,müezzinv.s olarak görevlendirilmesiiçin Ankarada bakanlar dahil tanıdıkları nezdinde aracı olur, onların vazife almalarını sağlardı.Öğretmen hususunu İstanbul'dakiefendi temin ederdi.Senede bir iki defa yetiştirmiş olduğu bu kişileri ziyaret eder bir anlamda kontrol ederdi.İskenderun bir kaç defa geldiğinde Mehmet hocayla birlikte karşıladık,elini öptük.Ben 38 yaşında iken Bayan annemiz altmış yaşının üzerinde idi.

MURTAZA AZİZ HAZRETLERİ,

 kIRKLARDAN mURTAZA HOCA DAĞDA YAŞAR,DAVARLARI V.S YAYARAK GEÇİMİNİ  temin ederdi.Dörtyol Özerli köyünde seyyid Hasan İnce,Dörtyolda portakal tüccarlığı yapar ara sıra Murtaza Hocayı ziyarete giderdi.Murtaza Hoca, Hasan İnce'nin babası ile Yemen harbindesavaştığı için ona kardaşımın oğlu diye hitap ederdi.Ekmeğinkarne ile satıldığı bir zamanda (1944) Hasan Efendi Yokluk,kıtlık v.s ilealakalı olarak bu ümmeti Muhammedin haline olacak diyesormuş.Murtaza Hoca "Gavurdan para gelecek halk zenginleyecek demişti.Demokrat partinin seçimlere girip tek başına iktidarı kazandığı seçim öncesinde Demokrat partiye oy verecekler üzerinde müthiş bir baskı vardı.Menderes'e oy vermeniyetinde olanların ehliyetnameleri alınıyor,evlerinin suyu yahut elektriğikesiliyordu.Seçimler akabinde Dışarıdan yardım geldi.Ancak Hak Teala, toprağa bir bereket vererek tarımda büyük bolluk yaşandı.Konya Selimiye caminin yerden tahmini 15 metre yukarıda taşların arasından bir karpuz telmininin yeşerip karpuz meyvesi oluşturduğu Konya'da halkarasında yaygınlaşınca insanlar iki taşın arasında yeşeren bu karpuz telminini ve meyvesinigörmek için akın akın gelmişlerdi.Ben de seyrittim.O anda yanımda 70 yaşlarında birisivardı.O dedi kibundan yüz sene önce burada aynı şekilde bir kabak telminin olduğunu gördüm.o yıl büyük bolluk olmuştu dedi.Aklıma gelmediki "amca sen yetmiş yaşındasın yüz seneöncesini nereden biliyorsun?" demek.Belkibunu söyleyen adam Hızır(a.s)idi.

AKŞEHİRLİ HOCA

 AkşehirliHoca (Mustafa Kemal'in kendisinediyanet reisliği teklif edip kabuletmeyen kişi) Konyadakivaazlarında Osmanlı zamanında Türkçe meal olarak bastırılan Kur'an mealinden bahsetmişti.Karamanın bir köyünde yaşayan birisi bunuduymuş,evde bulunan soba borusunun deliğine duman gelmesindiye tampon olarak konulan ve bunedenle sayfalarının üçte biri yanan bu nüshayı getirip bize göstermişti.Osmanlıca yazıyla yazılan bir mealdi.

ÇİN SÜPER GÜÇ OLACAK

 "Çin dünyanın süper gücü olacak.Dolar'ın saltanatı bitiyor (yahut bitti)".Paralı askerlik için müracaat eden çocukların ne zaman askeregideceğini sordu.Celb belli değil dedim.Biraz beklesin dedi.Anladım ki güney sınırda bir kargaşalık çıkacak.muhtemel seçim malzemesi olması yahut mahalli seçimlerdeki bir hezimetin ötelenmesi adına ülke bir kargaşaya muhatap edilecek.

Rabbim ümmeti Muhammed'e layık olanları muhafaza etsin

MEHDİ RESUL

 Necib Sultanım buyurmuştu:2023 de gelecek olan müceddid-idin,MehdiResule asker hazırlayacak."

Askerden muradın ne olduğunudüşündüğümüzde:Tevhide ermiş güzel ahlaklı insanlar aklımıza gelir.Hani birsözvradır:En büyük vatansever,bildiği işien iyişekilde yapan insandır.Bu nedenle güzel ahlaka sahip tüm insanlar Mehdi Resulün askeri olup,Batıl'a (zalimlere karşı)mücadele ederek İslam'ın galibiyetine say edeceklerdir.

İLK DİYANET İŞLERİ BAŞKANI,

 "Benden on yaş büyük Konya'lı bir avukat vardı.Babasi ilk diyanet işleri Başkanı.samimiyetimiz nedeni ile ona şöyle derdim:"Baban seni haramla büyüttü".Diyanet işleri başkanı olan babasına bunu söyleyince Babası beni çağırtarak şunu söylemişti:Evlat ,Atatürk Diyanet işleri başkanlığı için Hacıveyiszade Mustafa Efendiye teklif etti.Kabul etmedi. Akşehirlihoca'ya teklif etti,kabul etmedi.Maraşlı hocaya(muhtemelen Ahmet tahirMaraşi hz olabilir) teklif etti kabul etmedi.Bana teklif etti.Bende boşta kalmasın diye teklifi kabul ettim.Haklısın.milletvekili dahi olma.çünkü yedikleri haramdır."

ERDEMLİLİ HACI AHMET EFENDİ

 AZİZİM nECİB sULTAN ANLATMIŞTI.bİR GÜN tARSUS7A dANYAL pEYGAMBERİN ZİYARETİNE GİTMİŞTİM.cAMİNİN İMAMI EMEKLİ OLMUŞ ANCAK CAMİDE İMAM ODASINDA OTURMAKTA İDİ.bANA NERELİ OLDUĞUMU SORDU,dÖRTYOLLU7YUM DEYİNCE fIRINCI Mehmet aĞA'YI SORDU.tANIRIM DEDİM.şÖYLE ANLATTI:İmamlık yaptığım sıralarda damadım Erdemli Kaymakam'ı idi.Erdemlili Hacı Ahmet Efendinin adını duymuştum.Ben protaddan şikayetim var idi.Bu zatı ziyaret etmeye kara rverdim.Damadımdan rica ettim.O da Deniz kenarında limon bahçesi var.Gelirsen ben makam arabası ile seni bahçesinin köşesinde bırakırım.Ben Kaymakam olduğum için giremem.Dönüşte seni yolun karşısından alırım dedi.Ziyaretine tek başına gittim.protad rahatsızlığımı dile getirdim.Bana Hac Yahut Umre'ye gitmemi söyledi.Yolculuk esnasında idrarımı tutmam mümkün değildi.Bu nedenle Hacca gidemiyordum.Ahmet Efendinin bu sözü üzerine gitmeye niyet ettim.Yolculuğun ilk başladığı gün bu  rahatsızlık ara verdi ve Hac dönüşünde ise hiç bir şeyim kalmamıştı.(Not bu sözü:Erdemlili Hacı Ahmet Efenhdi yahut Dörtyollu Fırıncı Mehmet Tanrıöver den birisi imam 'a söylemiştir)

MANEVİ MAKAMLAR

 Azizim NECİB SULTAN anlatmıştı."İrşad makamı meşakkatli bir makamdır.Yükleri ağırdır.Ancak bu makamda olanların aşağı inmeleri pek olmaz.Ancak idare makamında olanların durumları Barometre gibi iner çık

CUMHURİYET GAZETESİ/ULUS GAZETESİ

 "1940 LI YILLARDA Konya'da terzilik yaparken(....) Efendim bana:"Ulus ve Cumhuriyet gazeteleri al, zira bu gazetenin yazarları ülke gündeminde bir ay sonra yer edecek bir hadiseyi önceden haber verirler"demişti.Ancak Konya'da Tek bir gazete bayisi vardı.Kendisini tanırdım.Bana her gün bir ulus ve bir cumhuriyet gazetesi ayırmasını rica ettim.Dedi bu gazetelerin 10 kişi alıcısı var.bu nedenle sayıyı artıramıyorum dedi.Rica ederek on birincisi ben oldum.Bu zamana kadar ben Kendisi mevlevi olduğundan dolayı Sabah gazetesinde yazılar yazan Kadircan Kaflı  yahut KAFKAS)'ın yazıları nedeniyle sabah gazetesini alırdım.Cumhuriyet ve Ulus okumaya devam ettim.Sabah gazetesini bıraktım.Bir müddet sonra kendi arkadaş çevrem içinde ileri görüşlü bilgili birisi olarak kabul görmeye başladım.çünkü bu iki gazetenin dedikleri oluyordu.Ben bu gazetelerden edindiğim malumatları arkadaşlarıma aktardığım için onlarda benim fikirlerimdeki isabete hayran kalıyorlardı.Bir müddet sonra Efendi buyurdu ki:Bu işi keramete hamledilecek.gazete okumayı bırak.Bende bıraktım.

NECİB SULTANDAN

 NECİB SULTAN’DAN


Annemin yaşlı bir şeyhi vardı.Kayseri pınarbaşın’dan Post uçuran Nurettin Efendi denilen bu zat küçük çocukken evimize gelir bir ay kalırdı.Giderkende benim başımı okşardı.Zaman ve vakitler geçti Seyyit Ali baba hazretlerinden şu sözü işittim.”Evlat ben üçlerdenim.Bende olanı sana aktardım.Biz üç kişiyiz diğer ikisinin birisi Kütahya’da,öbürüsü Sivasta’dır”.Bu haber üzerine oğlum Kütahya’da astsubay olmakla Kütahyaya’ya gittim.Yanımda Osmaniye’de askerlik yapan Başçavuş Hasan efendi var idi.Bir öğle namaz vakti Dönenler camisinde namaz kılmak için içeri girdim.sünnet kılınmadan birisi hafif bir şekilde omuzuma dokunduğunu hissettim.caminin dışına çıktığımda ihtiyar birisinin hemen cam yanındaki bir çayhanede cama yakın bir masada oturduğunu gördüm masada iki çay vardı ancak yalnız kendisi oturuyordu..tekrar camiye girip sünneti kıldım.Acaba o zat aynı yerde oturuyormu diye camiden çıkıp baktım oturuyordu.içeri girip farz namazı kıldım.sonra tespihden sonra da çıktım çayevine girip o yaşlı zatın yanına oturdum.Masada üç çay vardı.Sonra yanıma Başçavuş Hasan efendi de geldi.Yaşlı zat çayını bir dikişte bitirdi.Bende aynı şekilde onu taklit ederek çayı bitirdim.Mübarek bana bakarak bu kadarmış dedi ve çıktı gitti.Kütahyalı olan Başçavuş Hasan efendi bana döndü:”Necib efendi beni bayağı şaşırtıyorsun.Bu adam kim biliyormusun.Çük zengin birisi.hiçbir Allah kuluna çay ısmarlamaz.Camiye’de girmez.Sen bunu nereden tanıyorsun?”diye sorunca soruyu duymamazlıktan geldim.
Üçlerden Sivasta olanı ise arama konusunda biraz tembellik  ettim.Orada askerlik yapan birisi vardı.Ona dedim ki”Dörtyol ağzındaki yolun bir tarafı Ulucamiye gider diğer tarafı Adliye tarafına yahut bıçakçılar çarşısına ,Karşıdaki dağ tarafından ihtiyar bir zat gelip seni tanırsa,söylediklerini bana anlat”demiştim.O kişi şu hali yaşamış.Aynı o mevkide beklerken yukarıdan bir ihtiyar zat gelip ona “Yaz  kış yeşilinin bol olduğu memleketin adamı”diyerek bir dükkana girdi,ancak adamdan bayağı korktum arkası sıra gidemedim dönüp uzaklaştım.”.Daha sonra gidip bu zatla görüştüm.buyurdular.

NECİB SULTANDAN

 İskenderun'da Liman işletmesinde memur olarak çalışan bir Allah dostu vardı.Bunun sohbet halkası Bitpazarındaki esnaftı.Bit pazarı ki insanların ceketini sırtında alırdı haberiniz olmazdı.Bu şahısları dolaşır onlardan oluşan kişilere sohbet ederdi.Muhibleri de Efendilerine şehrin eski gelişmemiş yerinde bir ev yaptırmışlar ,sohbetlere oradan devam etmekte idi.Bana muhabbeti olduğu i çin fırsat buldukça terzi dükkanına gelir bana sahiplenmek isterdi.Bir gün deniz kenarına hava almak için çıktığımda adliye binasının köşesinde karşılaştım,selam verdim selamımı almadı.Hayret ettim.Deniz kenarındaki iskelede vakit geçirip,sandalla bir deniz gezintisi yapıp kaptanpaşa camiinde namazımı kılıp dükkana geçmek niyetinde iken tevafuken yine aynı noktada karşılaştım.Tekrar selam verdim ama yine selamımı almadı.Üzüldüm.Ertesi gün dükkanda otururken geldi.Çay söylede içelim dedi.Ben kırgın bir şekilde kalfalara çay söyleyin dedim.Çayını içtikten sonra bana:"Hayrola,çok soğuksun !ne oldu?"diye sorunca bende dünkü hadiseyi anlattım.İki defa selam verdim selamımı almadın deyince Mübarek dedi ki:O gün adliyede bitpazarındaki müritlerden bir tanesinin tutuklu bir davası var idi.Ben elimde tespih,Cenab-ı Hakk'dan yardım istiyordum tahliye olması için.Bu nedenle seni görmedim kusuru kalma "diyerek mazeretini söyledi.

NECİB SULTANDAN

 Azizim Necib Efendim anlatmıştı:Bir meşayıha sağlığında hizmet edip neredeyse sağ kolu mesabesinde olan bir efendi'den dinlemiştim.Anlattığına göre Efendiye hizmet noktasında bayağı yol almıştı.Efendi bir gün bu hizmetleri esnasında Bir şeyin asan olmasını istersen Kur'an'ı Kerim'de filan ayet vardır.Okursan istediğin o iş gerçekleşir"demişti.Sağlığında işaret etmese de efendi vefatından sonra dervişlerle ilgilenmeyi ben kendi üzerine aldım.ancak çoban gidince sürü çabuk dağılıyor.Dervişlerde dağıldılar.Bazıları gelip gitsede eski neşe kalmamıştı.Karı koca olarak çocuğumuz yoktu.ancak ben karımla çok mutluydum.Bir gün erken yattık.Aklıma bu ayet geldi.Ailemle mutluyum.Mali işlerimde yolunda Allahımdan daha ne isterim ki diye düşünürken bu ayeti içimden okumak geldi.Okurkende  art bir niyet düşünmeksizin mahalleden gelip geçerken gördüğüm ve bana saygı gösteren genç bir kız hayalime geldi.Gecenin bir vaktinde kapı çalındı.Hanımıma hayırdır.bu vakitte senin akrabaların olmasın dedim.Uyandı kapıyı açtı karşısında bir genç kız elinde bohçası ile evimize çıkagelmiş.Sorduk:Hayırdır?diye.Kız dedi ki ben buraya sana varmaya geldim"dedi.Ben şaşırdım.Çünkü karımla mutluydum.Yaşı benim yaşımın yarısından daha küçük.Kızım olurmu öyle şey dediysemde "Kendimi öldürürüm ben geri gitmem"diye tutturdu.Gecenin ilerlemiş bir vakti.Sabah olur hayır olur diye mecburen benim hanım diğer odaya yatak hazırladı ve gelen misafirle birlikte odada yattı.Ben odada tek başına idim.ertesi sabah kız evine gitmedi.Evlerinde telaş başlamış.Yokluğu anlaşılınca aramaya çıkmışlar ama nafile böylelikle iki gün geçti.Baktım iş sarpa saracak.Hanımıma dedim ki bunun evine git ana babasına haber ver.Hanım gitti anne babasına haber verdiler.Onlar bizim evimize geldiler .Kız ben asla geri dönmem bu adamla evlenmezsem kendimi de öldürürüm diye onlara aşikaren söyledi.Meseleyi daha fazla büyütüp rezil rüsvay olmadan ,hanımım dedi ki:"Bey sen yaşlısın,ben yaşlıyım.Bu kızı nikahına al.ev işlerimizi yapar bizlere hizmet eder".deyince biz bu kızla nikah yaptık.Kız tüm ev işlerimizi görmeye başladı.Tüm temizlik,yemek v.s işlerimiz görülmekte idi.Bu mihvalde bir yıl devam etti.Sonra ikinci eşim hamile kaldı.Bir kız çocuğumuz oldu.Çocuk doğduktan üç dört ay sonra ikinci eşimin huyu değişti.Bu sefer ilk eşime emretmeğe,şunu getir,bunu götür demeye başladı.İlk eşim üç beş ay sabretti ise en sonunda dayanamadı "Bey ben artık bu evden gidiyorum dedi"ve gitti.Biz kaldık ikinci hanımla.kız çocuğumuz büyüdü aradan onbeş sene geçti.Şimdiki halimi sorarsan aile huzurum gitti.Ana kız sanki benim karım ve çocuğum değil iki kocam gibi bana davranmaya başladı.Ben şeyh Efendi'den bu ayeti öğrendim ama bu işin çilesini ve imtihanını hiç sormamışım.Evet bu ayeti okuduğumuzda her istediğimiz oluyor ama çilesi nolacak diye düşünerek okumak gerekirmiş"dedi.

09/06/2021

NECİBSULTANDAN

 "1940 LI YILLARDA Konya'da terzilik yaparken(....) Efendim bana:"Ulus ve Cumhuriyet gazeteleri al, zira bu gazetenin yazarları ülke gündeminde bir ay sonra yer edecek bir hadiseyi önceden haber verirler"demişti.Ancak Konya'da Tek bir gazete bayisi vardı.Kendisini tanırdım.Bana her gün bir ulus ve bir cumhuriyet gazetesi ayırmasını rica ettim.Dedi bu gazetelerin 10 kişi alıcısı var.bu nedenle sayıyı artıramıyorum dedi.Rica ederek on birincisi ben oldum.Bu zamana kadar ben Kendisi mevlevi olduğundan dolayı Sabah gazetesinde yazılar yazan Kadircan Kaflı  yahut KAFKAS)'ın yazıları nedeniyle sabah gazetesini alırdım.Cumhuriyet ve Ulus okumaya devam ettim.Sabah gazetesini bıraktım.Bir müddet sonra kendi arkadaş çevrem içinde ileri görüşlü bilgili birisi olarak kabul görmeye başladım.çünkü bu iki gazetenin dedikleri oluyordu.Ben bu gazetelerden edindiğim malumatları arkadaşlarıma aktardığım için onlarda benim fikirlerimdeki isabete hayran kalıyorlardı.Bir müddet sonra Efendi buyurdu ki:Bu işi keramete hamledilecek.gazete okumayı bırak.Bende bıraktım.

NECİBSULTANDAN

 Bloğun yıllar önceki yazılarında belki mevcuttur.Azizim Necib Sultan buyurmuştu:"Zaman gelecek dünya iki kutba ayrılacak,Türkiye bu iki kutup arasında hakem rolu üstlenecek,TC rümuzunun ortasına "İ"harfi gelecek,az çalışmakla çok kazancın,az ibadetle çok sevabın verileceği günler gelecek Konya Dünyanın Manevi Başkenti olacak,Kimlerin milletvekili olacağını mürşitler söyliyecek,ev kadınlarına maaş bağlanack.Herkes evliya olacak ancak mürşid-i Kamil azalacak".Biraz önceki internet haberlerinde Amerikanın rus diplamatlara sınır dışına çıkmaları için 72 saat süre verdiği haberleri geçti.Arkasından da Rusya'nın hamleleri bekleniyor.bu zıtlaşma,küçük meselelerin büyütülmesi hayvani duyguların devreye girmesi sonucunda dünya bir felaket yaşayabilir.Bu haberler akabinde Sultanımın30 yıl önce söylediklerinin tahakkuk zamanı mı geldi diye düşünmeye başladım.

NECİB SULTANDAN

AZİZİM NECİB SULTAN'ın sözüdür :"Evlat yaşamadığın bir sözü söyleme".Bu gün din adına ortaya çıkan gerek ehli şeriat ve gerekse ehli tarikat mensuplarının uyması gerekli en önemli prensip olup Hak Teala bu konuda bizleri uyarmıştır:"Niçin yapamayacağınız şeyleri söylersiniz!"diye.Şüphesiz "söz"ile kandırılacak daha çok kişi mevcuttur.Riya olan fiil ile kandırılan insanlar da az değildir.Atatürk,kıyafet devrimini yaparak fiil ile kandırmanın önüne geçmek istedi.Ancak bu uygulama sonrakiler tarafından zulme dönüştürüldü.
Manevi dünyada,Söylediğimiz her sözden ve işlediğimiz her fiilden doğan karşılıkların olduğu ifade edilerek başımıza gelen her hadisenin öncesinin tetkik ve tahlil tavsiye edilir.Bizim yaşamadığımız halden bahsetmemiz,yapamayacağımız şeyleri söylememizden de mutlaka bir karşılık doğacaktır.Bunun en bariz örneği bu sözlerin aynısı ile imtihan olmaktır.Mevlana Efendimiz Fihi  Ma Fih isimli eserinin 16.faslında bu konuyu işlemiştir."Gerçi Hak Teala ,hayır ve şerrin cezalarını ahirette vereceğini vaad buyurmuştur,Velakin onun nümunesi bir miktar bu dünya hayatında dembedem  ve levha-be-levha zahir olur.Eğer bir kimsenin gönlünde meserret olursa,o hal bir kimseyi mesrur etmesinin karşılığıdır.ve eğer mağmum(üzüntülü)olursa bir kimseyi gamgin etmiştir.Bu manalar bu alemdendir.Herkesin bu az ile çoğu anlamaları için ,ceza gününden numunedir.Nitekim nümuneyi ,buğday ambarından bir avuç gösterirler.O kadar azamet ve büyüklüğü ile beraber ,Resun (A.S)'ın bir gece eli ağrıdı.Bu ağrının amcası Hz.Abbas'ı bedirde alınan esirler arasında elinin bağlanmasından kaynaklandığı ilham olundu.Hz.Abbas'ın elinin bağlanması Hakk'ın emri olmakla beraber ,cezasıda erişti.İşte sana arız olan bu kabzlar,kederler ve nahoşluklar ,yaptığın azar ve masiyetin tesiri olduğunu bilmen için böyle ceza olarak erişir.Gerçi ne yapmış olduğun tafsilatı ile hatırında değildir.;velakin cezadan kötü bir fiili işlediğini bil.O yaptığın kötümüdür veya cehilden veya gaflettenmidir,veyahut bir inançsız kimse ile arkadaşlık yapman nedeni ile onun günahları teshil etmiştir de,onun günah olduğunu bilemez.Cezaya nazar et ki ,ne kadar bastın,ne kadar kabzın vardır?Suret-i katiyyede kabz masiyetin ve bast taatin cezasıdır".

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

HACIVEYİSB ZADE

 AZİZİM anlatmıştı.Hacı Veyiszade Mustafa Efendi(üçlerden)camide bir vaaz esnasında cemaata hitaben:"ALLAHIN SİZE VERDİĞİNİ HESAPLAYIN,BİRDE SİZ BUNLARDAN NE KADARINI VERDİNİZ ONU HESAPLAYIN"demiştir.

FIRINCI MEHMET AĞA

 Fırıncı Mehmet Ağa(Tanrıöver-Hatay Dörtyol)'nın iki dervişi vardı.Necati ve Zirat bahçesi müdürü Rıza Şeyhunoğlu.Onun mürşidi Bandırmalı bir Melami şeyhiydi.

Alkol,Balığın nurunu öldürür.

NECİB SULTANDAN

 "Sofraya yakın olan Allah'a yakın olur"sözünü anam söylemişti.Maksat sofraya yakın durulursa ekmek kırıntısı yere dökülmez,böylelikle günaha girilmez.Ekmek bölünmesi çoksa,çocuk ve bereket çoğalır."Besmele ve Salavat okunursa hastalığı hafifler ,bir mekana girilip eşyaya el değdirilirse bereket celbedilir.

Bugünkü Konya Fuar alanı,DEDE BAHÇESİ idi.Birer odalı dede mekanları ve her türlü hayvanat vardı.

NECİB SULTANDAN

 AZİZİMDEN DİNLEMİŞTİM.

Atatürk,Yunan harbi sırasında Konya Valisi olan Paşa'dan silah alımında kullanmak üzere Konya Eşrafından Para toplanmasını emreder.Vali Eşrafı davet eder.İkramdan sonra,gelen misafirlere meseleyi açar ve liste yapılır.Herkes vereceği sarı lirayı listeye yazdırır.80 yaşlarında birisi listeye bir şey yazdırmaz.Vali :"Efendi sende az çok birşeyler söyle"deyince o zat"Toplanan ne oldu?"diye sorar.Vali biraz kızgın ana içinden"hem bir şey vermiyor hemde toplananı soruyor"düşüncesini geçirerek taahhüt edilen rakamı söyler.O zat "TOPLANAN KADAR DA BENDEN"der.Herkes bu adamın kimliğini merak eder ama bulamazlar.Toplantı dağılırken Vali bu adamı yolcu etmek için ayağa kalkar ama o zat:"Paşa,o iş buraya gelirken lazımdı"der.Çünkü Vali o adamı karşılamamıştı.  

Mevlana Vakfı  İSKENDERUN

HACIVEYİSZADE,

 *Bir gün,vaktini saatini Hakteala bilir KONYA'da bir büyük fütühat olacak ve KONYA,İslam Aleminin Payitahtı(Başkenti)olacak.

(Bu sözü NECİB EFENDİ AZİZİMDEN "İslam aleminin Manevi Başkenti  Konya olacak ve TC harflerinin ortasına İ gelecek "şeklinde duymuştum.)
*Evliyayı ancak üç sınıf bilmez:AİLESİ-EVLADI-İHVANI.
*Selam alıp verirken kısık(cansız,pasif,hantal)davrananlara"SELAMI ÇOŞTURUN BABAM.CİMRİLİK ETMEYİN.DOLU DOLU ALIN VERİN SELAMI"buyurmuştur.
*Hacıveyiszade,insanı gönüllediği gibi eşyayıda gönüllerdi.Çizgili cami halısının ayak gelen yerine secde ederdi ki halının gönlü kalmasın.
*(Bir kaç talebesini,arapçası gayet mükemmel olan bir zata arapça öğrensinler diye göndermişti.Bu zat ise ara sıra içki içermiş.Talebeler bu durumu öğrenip,içki içiyor diye geri dönmesi üzerine şu sözleri söylemiştir.)"-ÜLEN SAHTEKARLAR,DUSSUZLAR BENİ SİZİ ONUN İÇİP İÇMEDİĞİNİ TAHKİKE Mİ GÖNDERDİM?SİZ ALACAĞINIZI ALACAKSINIZ ONDAN BABAM!ELİN ZAMİRİYLE MEŞGUL OLMAYIN"
*DÜNYAYA TUZ İHTİYACI KADAR,AHİRETE DE YEMEK İHTİYACI KADAR HİZMET EDİN.
*Resulullah,Ashab ve Velilerden bahsedilmeyen bir nasihat,abdestsiz namaz gibidir.

RUH İKİZİ

 Bu tabiri AZİZİM'den duymuştum.Ama açıklamasını soramadım.İnsan dış suretini aynada seyreder.güzellik yahut çirkinliğini orada görür ki insan nefsi kendi çirkinliğini hiç kabullenemezmiş.İnsan iç yüzünü araştırmazmış.Acaba,iç yüzümüzü nasıl görürüz.?

Tabi ki ayna vasıtasıyla .Ancak bu ayna bizim bildiğimiz maddi (demir yahut cam)ayna olmasa gerek.Canın yüzünü gösteren ayna çok pahalı imiş.Can aynası Yarin yüzü imiş.O diyardan olan yârin yüzü.Ki bu yüz Mürşid-i Kamil imiş.Doğum sancısı nasıl Hz.Meryem'i hurma ağacının altına doğru çekmişse Hakikati arama isteği ise seni Mürşit huzuruna çeker.
Ancak sende varlık ve benlik duygusu kıl kadar bile mevcut olursa o aynada hakikati seyredemezsin.Çünkü Benlik duygusu inciyi,değersiz yeşim taşı gösterip seni yanıltır.(Hazreti Mevlana)
Ruh ikizi Mürşit olsa gerek

Mevlana Vakfı

NECİB SULTANDAN

 Palmiye hastanesinde 18-28 Temmuz arası tedavi için yatmış ve bu dönem Ramazan ayına rast gelmekle 10 günlük süreyi nöbet ve İtikaf olarak isimlendirmişti.25.7.2014 günü Hastahane   kafeteryasında söylemişti.Allah'a Kul,Peygambere Ümmet,Pir'e evlat olmadan yol alınmaz.Kul'luk için çaba gayret,Ümmet olmak için çaba gayret,Evlat olmak için çaba gayret gerekir.

ENKISA YOL

 Ahmet Tahir Maraşi efendimiz buyurmuştu.”-İnsanlar Allah’a birçok yoldan varırlar.Güzel ahlak,ibadet,zikir,iyilik v.s gibi.Fakat en kısa ve kestirme yol MUHABBETTİR.

AZİZİM NECİB EFENDİ bu söze şu eklemeyi de yapmıştı:”İbadetle gidenlerin bir ömür aldığı mesafeyi ,aşık bir anda geçip maksuda erer”.Ancak,bu muhabbete ulaşmanın yolunu edeben sormadım amma, HİMMET İçin  (Mürşidin gönülden dilemesinin) hizmet gerektiğini anlattıklarından algıladım.Zahir’e baktığımızda mutlaka bir dalda zirve olanların başlangıçta  bir öğretmene  hizmet edip dirsek çürüttükleri  bir gerçektir.
Ahmet Tahir Maraşi sultanımız buyurmuştu:”Maneviyatta ilerleye ilerleye evvela adını,sonra tadını,sonra huzurunu ve nihayet kendini bulursun.”
İnsan iki defa doğmadan insan olmaz.birinci doğum anasından.İkinci doğumda ruhun doğumu olan Mürşitten.”
İkinci doğumdaki mürşit hem ana hem de ebe olsa gerek.

08/06/2021

NECİB SULTANDAN

Necib Sultanım anlattı.Konya'da Alaattin tepesine yakın yerde bir evde yalnız kalıyorum.İki odalı bir ev.tuvalet dışarıda.Babamın hayvan yetiştirdiği yer ise farklı bir yerde.Gece saat on ikiye kadar dükkanda çalışıyorum,gece eve dönüp yatıyorum.Karlı bir gece.yerde kırk santim kar var.yoldan eve giderken inisanların bastıkları yer bir iz oluşturmuş bir kişinin geçebileceği şekilde çukurda bir yol oluşmuş.Eve giderken birden karşımda iri yarı bir adam.Başında ingiliz foteri var.Elbisesi ve kaputu kadife,ayağında ayakkabı var.bir kişinin geçebileceği yolda karşı karşıya geldik.Yan yan  geçmemiz gerekir.Adam karşımda dikildi.Ve bana hitaben dikkatlice baktı.o esnada elim gayri ihtiyari belimdeki bıçağa gitti.Adam bana hitaben "Bana bir 50 lik ver".olduğum ve para kazandığım için cüzdanımı çıkarttım.Atatürk7ün bastırmış olduğu paralardan bir 50 TL verdim ve yoluma devam ettim.Eve vardım pijamamı attım ancak uyku tutmadı.Ben gencim.Bu adam benden haraç aldı.Elimde bıçakta var.Ben bu parayı ona nasıl verdim? diye içim içimi yemekte idi.Konya otelinin sahibinin oğlu arkadaşımdı.Bazen dükkandan çıkıp saat 8 9 gibi otele uğrar onunla muhabbet ederdim.Bir kaç gün sonra Otele gittim.Otelin girişinde büyükçe bir salon var.Taş kömür sobası kurulmuş otel müşterileri bu salonda oturmaktalar.Soba başında otururken Adamın birisi olanları anlatıyor:"Ben İstanbulda besicilik yapmaktayım.İstanbul7a  vagon koyun götürdüm.SattımCebimde külliyetli bir para var.Memlekete dönerken birde Konyayı gezeyim dedim.

Her taraf kar.istasyonda kızakçılar var.yolcuları kızakçılar taşıyor.Kızağın birisine oturdum.Parasını vermek için elimi cebime attım.Cüzdanım çalınmış.Kızaktan indim.yaya bir vaziyette tren istasyonundan şehir merkezinde bir otele  gitmek için yürümeye başladım.Otele verecek param dahi yoktu.Şehir içerisinde giderken yürüdüğüm istikamette karşıma 1.90 boyunda iri yarı birisi çıktı.Adama ben “Bana 50 lira ver”  dedim.adam korkusundan cüzdanını çıkarttı bana kağıt 50 lira verdi.Biraz gittikten sonra tekrar bana geri dönerek baktı.Yetmezse daha vereyim gibi.ben bu para bana otel için yeter.otelde kalırım ertesi gün memlekete telgraf çeker para isterim” diye düşündüm.Başka para istemedim.otele geldim.Bir haftadan beri burdayım.<Memleketten  param geldi.Şimdi ben bana o parayı veren adamı arıyorum.Kendisine 500 Lira para vereceğim”dedi.Bu adam meğer benim o gece para verdiğim adam imiş amma beni 1.90 boyunda iri yarı birisi gibi görmüş halbuki ben 55 kg birisiyim.İçimden adamın yanına gidip sana o parayı veren benim,hatta filan yerde bu hadise oldu” diye işaret verip 500 Lira almayı nefsim istedi.Adamın yanına yaklaştım.Hiçbir şey demedim.Adam konuşmaya devam ediyordu”Para Allah’ın,mülk Allah’ın” diyordu.Bunu duyunca kendimi belli etmeden oradan ayrıldım.

NECİB SULTANDAN

 İskenderun hayatım esnasında başlangıçta imam-müezzin-müftülerle aram çok iyi idi.sürekli onlarla birlikte idim.Hamidiye Camisi imamı hafız Mehmet Bir hoca ile mutlaka her gün görüşürdük.1950 ve sonrası insanların mevlüt okutmaları yaygınlaşmaya başlamıştı.İinsanlar sürekli hocaları davet edip ölülerinin hayrına mevlüt okuturlar idi.Mehmet Bir Hoca'nın İstanbul'dan saygı duyduğu bir kimsesi o gün İskenderun'a gelmişti.Uzun boylu , zayıf bir kimse idi.Akşam namazından sonra birlikte mevlüt icra edilecek yere gittik yatsıdan sonra dağıldık.Aynı paytonla evlerimize giderken İstanbul'dan gelen beyefendi Mehmet hocaya kızmıştı.Kızma nedeni ise mevlüt okutan hane sahibinin hocalara ücret vermesi nedeni idi.Gelen zatı muhterem "Mevlüt okumaya giderken dahi gittiğin aracın ücretini kendicebinden vereceksin"demişti.(Necib Efendi buzatın isminisöylemedi).Buzatın Adapazarında görevlendirdiği bir bayan annemizvardı.Bu annemiz anadan babadan zengin ve ölmüş olan kocasından da kalan mal varlığı nedeniyle varlıklı idi.Bu bayan Adapazarında hafız öğrencileri himaye etmekle görevliidi.kendisine Anadolu'dan müracaat eden beş altı öğrenciyi barındırır ,tüm ihtiyaçlarını karşılar hafızlığın yanı sıra dini ilimleri de öğretmenler vasıtasıyla talebeye öğretir.Bu eğitimitamamlayanların devlet tarafından imam,müezzinv.s olarak görevlendirilmesiiçin Ankarada bakanlar dahil tanıdıkları nezdinde aracı olur, onların vazife almalarını sağlardı.Öğretmen hususunu İstanbul'dakiefendi temin ederdi.Senede bir iki defa yetiştirmiş olduğu bu kişileri ziyaret eder bir anlamda kontrol ederdi.İskenderun bir kaç defa geldiğinde Mehmet hocayla birlikte karşıladık,elini öptük.Ben 38 yaşında iken Bayan annemiz altmış yaşının üzerinde idi.

HOCALARIMHEP İDARE BULÜMÜNDEN İDİ.

 "KELLİMİNİ YA HÜMEYRA""Konuş benimle ey Hümeyra"sözünü Efendimiz içinde bulunduğu manevi çekimin etkisinden kurtulup normala dönmek için kullanırmış derler.AZİZİM'de ortam kalabalıklaştığında veya ehil olmayan birisi geldiğinden "ŞİMDİ PARA KAZANMANIN YOLLARINDAN KONUŞALIM"diyerek boyut değiştirirdi.Efendi'nin vefatı akabinden sonra vazife birisine tevdi edilmişse aynı efendiye hizmet edenler o vazifeli nazarında KARDEŞ,vazife akabinde gelenler ise EVLAT olarak muamele göreceğini AZİZİM İFADE BUYURMUŞTU.İrşatçılarla hiç işim olmadı.azizlerim HEP İDARECİ(İCRAATÇI)idi.Bu nedenle günlük hadiselerle alakalı merakım bundan kaynaklansa gerek.Sizi rüyalarında makam arabası ile gezdiren Beyefendi'yi konferans için İskenderun'a davet etmiştik.Ertesi sabah İstanbul uçağına yetişmesi gerekiyordu........... aracımı,ilçe teşkilatına bırakmıştım.Misafiri götürmesi için.Adana girişinde uçağa yetişme telaşı içinde ,karşıya geçmek isterken yolu tamamen kapatmış Tır aracına tüm hızıyla vuran bu araç Pert olma derecesinde zarar görmüştü.Araç içindekiler sağlamdı.Misafir taksi ile yola devam etmişti.Hiç önemli değil vazifemizi yapmıştık.

Başlayan Yeni devrin ,siyaset söylemlerini hiç soramadım.Ancak gözlemim ve hislerim şu: Hamaset, muhabbetin yerini tutmuyor.Dinin özünü yaşayan ve yaşatacak olanların önündeki en büyük engel şekil dindarları.Siyasette birbirlerini bitirdiklerinde(CELAL sıfatının tecellileri sonucu)topyekun başlayacak kurtuluş savaşının önderi yahut önderleri ortaya çıkacak.
Sarıkamışta 90.000 Mehmetçiğin soğukta donmasına sebeb olan ve çöküşü hızlandıran Enver-Talat-Cemal Paşaların hamaset macerası inşaallah tekerrür etmez de bu fitne söner .

MÜRŞİT MÜRİDE NE YAPAR

 MÜRŞİT MÜRİDE NE YAPAR?

AZİZİM Hasan Efendi anlatmıştı idrakimizin alacağı kadarıyla.Nefsin kötü hallerini, Hırs,Kibir,şehvet,Öfke,Adavet,cimrilik,Mevki makam isteği v.s gibi her insanın geninde mevcut olan menfi çekimleri insanın bedenine dolanmış ,onu sıkarak yahut zehirli dişleri ile sokarak öldürmeye çalışan bir yılan'a benzetmişti.Mürşit,elindeki kılıçla bu yılanın boyun ,sırt ve kuyruğuna vurarak yarısına kadar kesip yara açar.Bu darbenin tesiri ile yılan kıpırdayıp zarar verme gücünü kendinde bulamaz.Bundan sonrası için müritte,çalışarak ,gayret ederek bu yaranın kapanmasına mani olup(tembellik etmeyerek)yılanın kalan kısmınıda kendi kesecektir.Nefis yılanının bedenini  Mürşit tamamen kopartmadığı için mürit tembellik edip,gayret içinde çalışmazsa bu yara zamanla iyileşir ve yılan tabiatında olan zararı icra eder demişti.
Mürşidin müride bir bilgi yüklemesi,bir bilgi transfer etmesi gibi bur durum yokmuş.Aksi durumda ,ümmi olan,konuşma yeteneği bulunmayan ,sadece nazarla iş gören evliyaullahın konumunu izahta zorlanırız.O halde etkileşim nasıl oluyor yahut sistem nasıl işliyor denirse Galiba Mürşitte oluşan bir çekim kuvveti,kişiyi diğer çekim alanlarından çıkarıp  kendi alanında muhafazaya alıyor.Tıpkı Güneş'e bağlı,güneş etrafında dönen  gezegenler gibi.Varlıkları güneşe tabi.
Ay'ı (Kamer'i)sorsan (niçin dünyanın etrafında dönüyor diye)Dünyasız bir şey gerçekleşmiyor ki.
Kabuksuz bir taam yokki.

Ayı'nın on türküsü varmış dokuzu ahlat(olmamış armut)üzerine imiş.Bir veliyullah sözünü okumak,nakletmek tüm işimiz."NUTK-I EVLİYA ENTAK-I HAKK'TIR"Evliyanın sözü,Allah'ın(C.C)sözüdür demişler.Evliyalar arasında zaman farkı olarak asırlar bulunsa dahi sözler hep aynıdır.Çünkü Hakikat Değişmezmiş.Bu nedenle arayış içinde olanlar(dert sahipleri)çok rahatlıkla asırlar öncesinde yaşamış bir veli'nin sözlerinde kendine ait bir şeyi mutlaka bulur.
Gelelim içinde bulunduğumuz zaman'a.son zamanın içinde olduğumuz için,kurumsal olarak toplum ve devlet himayesinde adresi belirli arınma merkezlerinin kapatılması üzerinden 90 yıl geçtiğinden,dünyasını değişmiş büyüklerin yerine bilinen yeniler gelmediğinden mutlaka toprak 90 yıl önce bağrına bırakılmış tohumu çatlatarak yeşertecektir.Bunu bekliyorum.Vakıa suresinin 11 -12-13-14 ayetleri MUKARRABİN(ALLAH'A C.C. YAKINLIK PEYDA EDENLER)'inin çoğunun eski ümmetlerden,birazının sonrakilerden olacağını haber vermekte.Haşa,nefsimiz  için bu kelamlardan bir paye ve iddiada yok.Ancak,işin zorluğunu ifade açısından belirttim.Peygamber mirasçısı olan Evliyayı toplum ne kadar kabulleniyor.Bu ölçü nasıl olduğumuz sualine cevaptır.Yol'un sınanmaları çok olduğundan ağzımızı tatlılaştırdığı sürece bu işe devam.EVLİYA sözü nakletmekte bir vazife.Yemiş satan çerçi,sattığından ara sıra acıktıkça ağzına atıştırmasıda normaldir.Yine aynı suali soracağım.Bu güne ait Kamillerin bugüne ait söylemleri nasıl olacak?
Ben yine başladığım yerde duruyorum.Sahtesi çok olsa da vazgeçmiş değilim.Hayırlar dilerim 
******SALTANAT KISIRDIR.ÇOCUKLARI HİÇ OLMAMIŞTIR
Yüksek yeri mesken edinenleri bekleyen tehlike çoktur.Çünkü göz önündedir.çıkış uzun sürsede iniş süratli ve tehlikelidir.Sevmediklerinin kellesini teslim ettikleri Bostancıbaşılar zaman zamanda Sultanın kellesini almışlardır.Hayatı ,İhtiyarlara sormak lazım derler.Çünkü onlar,dünyanın tüm alayişlerini görmüş olsalarda aynı cümle ile özetlerler:"Göz kırpmak süresi kadar"

"Hayatı ve ölümü yaratmaktan maksat bir imtihan olup kim iyi amel işleyecek"(Mülk suresi ayet 2).İmtihan bir CELAL.Talut'un ordusuna verilen savaş emri,önüne çıkan ırmaktan sadece bir avuç su içme müsadesi ise Cenab-ı Hakk'ın bir imtihanı.Şüphesiz Ayetlerin zahiri manalarının yanı sıra Enfüsi(içsel)manalarının da ifade ve izahı zamanımızın bir ihtiyacı .Sadece bir "avuç su"kavramını  milletvekillerine bağlanan "maaş"kabul etsek te fazlasının yasak olduğunu kim ifade edecek.Diyanet mi?Güçlülüğün ifadesi Mersedese binmek değil,yanlışları korkmadan ifade edebilmektir.İçinde "ben"in olmadığın bir dünyalığa sahip olmanın mahsuru yoktur.Aksi durumda Kader,hükümlerini icra edecektir.
2 yıl 6 ay Efendimizin Ravzasını müdafa eden Fahrettin Paşa,gözyaşları içinde kılıcını Resulullah'ın kabrine bırakır ve gözyaşı dökerken dağıstanlı bir asker şu dizeleri söyler:

"Unuttuk İlhan'ı,Kara Oğuz'u,

İşledik seni gözbebeğimize
Bağışla ey şefi kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize

Nedense kimseler dinlemez eyvah
O kadar saf olan dileğimizi
Bir ümmi isen de Ya Resulallah
Ancak sen okursun yüreğimizi

Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir,Canan'ı(s.a.v)veremez Türkler.
Ebedi hadim'ul haremeyniniz
Ölsek de Ravza'nı ruhumuz bekler"

Topkapı kutsal emanetler bölümündeki eserlerin büyük kısmı,Fahrettin Paşa'nın şehrin tesliminden önce binbir zorlukla İstanbul'a gönderdiği eşyalardır.Şöven değilim.Ama Suud,mutlaka hesabını vermeli.Şerif Hüseyin ve oğlu Faysal ve diğerleri ,Padişahın fermanına rağmen Medineyi müdafaa eden FAhrettin Paşa gibi aslanlarımıza ihanet edip arkadan vurup çöl kumlarına gömmenin BEDELİNİ ÖDEMELİDİR.Ecyad kalesini yıksalarda,revakları ortadan kaldırsalarda,Medine Tren istasyonunu yok etselerde o topraklarda bize ait birşeyleri geri almak için gideceğimize inanıyorum.SALTANATLA TASAVVUFUN BİRLEŞTİĞİ ALTIN DEVİR gelecek.(En'am 152)Malel Yetim(Yetim Malı)sahibine teslim edilecektir inşaallah.

MURTAZA AZİZ HAZRETLERİ

 Dörtyol'da medfun Kırklardan Murtaza Aziz (vefatı 1946)hazretleri'nin kabir kitabesinde GELEN BİR GİDEN BİR  KALAN BİR BU BİR GİZLİ SIR  ibareleri yazılı .MÜRŞİD-İ KAMİLLERDE GÖZÜKEN  CENAB-I PEYGAMBER OLMASIN? Çünkü,İlk yaratılan Nur'un o olduğu ifade buyurulur.

KIRKLARDAN MURTAZA AZİZ HAZRETLERİ İÇİN AZİZİM ŞÖYLE İFADE BUYURMUŞTU:VEFAT ZAMANI EMANETİ VERMEMİŞ  VE ŞÖYLE BİR ÖNKOŞULU ileri sürmüş:"MUTLAKA KIRKLARDAN BİRİ BU HAVALİDEN BİRİSİ OLSUN".Lakin,o mertebeye atanacak derecede o havalide yetişmiş birisi o gün için yokmuş.Mübarek şu şekilde ikna edilmiş:"Şimdilik başka havaliden yetişmiş birisi bu makama atayalım.Bu havalideki yetişene kadar"MANEVİYATIN BÖLGECİLİĞİ OLUR MU?OLMAZ.Ama bu havalinin insanının ayranının çabuk kabarmasınin göstergesi,İşgal kuvvetlerinden Fransız işgalcilerine karşı İstiklal savaşında İlk kurşunun İzmir değil,Maraş değil,Genel kurmay kayıtlarında Dörtyol'da atılması hadisesidir.Kara Memmet Çavuş isimli bir şahsiyet direnişi başlatmıştır.Bu nedenle bir Maneviyat toplantısında ,Efendimizin huzurlarında Murtaza Aziz hazretlerinin pervasızca aşka gelip yumruklarını iki yana açıp "VERMEDİK YA RESULALLAH,vermedik ya Resulallah"diye aşka gelmesi olayını büyükler nakletmişlerdir

MÜRŞİT KUVVETLİ OLURSA

 AZİZLERİMDEN  Hasan Efendi hazretlerinden duymuştum:(Turgut Özal'ı kastederek):MÜRŞİT kuvvetli olursa,müridi Cumhurbaşkanı dahi olsa o makamı terketmeksizin sülukunu tamamlatır(yahut irşad eder).  

"Allah (c.c) ,Adem'in hamurunu 40 gün yuğurdu","Alemi altı günde yarattı"kelamlarında  bir anda olmak usulü yok ki "teenni"yavaş yavaş gerçekleşme var.Ancak,Esmai Hüsna'nın ahirindeki isim "ES SABUR"olduğundan Hz.google okulunun müdavimleri  bu noktada sabırsızlar.Kemalatın en zirvesi Efendimiz'de tecelli ederken 571 senesinin öncesinde dünyaya gelenler bu lütuftan niçin mahrum kaldılar"sualini soracaklara da bir cevap bulmak gerek. 
Aklın fazla oluşu(Zeka fazlalığı),güncel ilimlerde(teknikte)ileri olmak ,doğuştan mevcut özel yetenekler(psişik yetenek)seyrü sülukta bir mana ifade etmezmiş.Niçin Teknik dedik:Çünkü ilerleyen zamanla şimdiki teknik demode oluyor.Niçin aşırı zeka dedik:Ebül Hikem'in ebu Cehil olması gerçeği.Niçin doğuşta mevcut özel yetenekler dedik:sanatkarların Allah'ı bulamaması gibi.
Hz.Beyazıt'ın sözü:Ya doğuştan olamalı(üveysi),ya gören gözü işiten kulağı olmalı,yahut söz tutmalı.Bu üçünden biri değilse Allah'ın mülkünde yaşamasın daha iyi.Bu üç kriter içinde en hafifi "söz tutabilmek"olmalı ancak bunun bile zorluğunu anlatmada kelimeler kifayetsiz kalabilir. 
Gelelim Efendimizden önce yaşayanlara.Onlar Tamamlanan kemalattan mahrum kalanlar mıdır?

DEVRAN BABA,

 ğirdir'deki Devran Baba'ya atfedilen "Bu dünyaya bin defa geldim,bin defa gittim.Anlayana HUUU,anlamayana HOOO"sözü ile Dünyayı değişmiş babasının halini soran dervişine :"-Senin baban şu duvarın dibindeki Tosbağa"cevabı üzerine belirttiği yerdeki kaplumbağa dile gelip:Evlat ,bari sen çalış hayvanlık derekesine düşme"şeklindeki nasihatleri önceden aktarmıştık.

"Yenilen pehlivan güreşe doymazmış"sözündeki duygudan hareketle,başarıncaya,tamamlanıncaya kadar devam etme,şansını tekrar deneme duygusu hepimizde vardır.Bilgimin olmadığı bu konuyla alakalı hislerim  şudur ki;Seyrü süluku tamamlama konusunda yarım kalan yerden devam imkanı olsa gerek.Kaldığı noktadan devam.Eski kazanımlarla yüklü.Ancak,şartlar yeni.Bilgisayar aynı .ancak sıfırlanmış hard diskin kapasitesi genişletilmiş veri yüklemeye hazır.Eski hayat ve eski alışkanlıklar yeni kişilikte mevcut değil.Çile ve sıkıntılar tabiki mevcut.Yeni zamanın gerektirdikleri neyse aynen devam.
Düşünürüm,cesedin ölümü ile hürriyetine kavuşan ruh,tekrar bir başka ceset(sandık)içinde hapsedilip tekraren bir hayatın çilesine niçin talip olur?.Ülen,kurtuldun,niye arkana bakarsın sorusu mutlaka aklımıza gelir.Hadiseye ceset (Madde)bazında değil Ruh(Mana) bazında bakarsak tekrar gelmenin önemini kavrarız.Çünkü,varlığının bir parçası olduğumuz Yüce Sahibimize biraz daha yaklaşma fırsatı kazanmış olacağız.
Bu kelamlar kimler için  veya kimler için değil.
İbadeti bir borç telakki edip ödeyip kurtulmak isteyenler,cennet hesabı içinde olanlar,korkutanlar ,zorlaştıranlar  için değil.(out)
Arayış içinde,cemal'den yana,muhabbet merkezli ,kolaylaştıran,sevdirenler için(in) .
Tüm bunları yazan ben'e soruyorum.Bu sözleri ifadeden murat ve maksadın nedir?Yetkin misin?Değil.o halde niye?Bireylerinin inanç dünyasını inşa etme,koruma ve kollama  devletin bir görevi olması gerekirken bu saha,varlıkları halktan para toplama üzerine endeksli bir teşkilata terkedilmiş.Bu beni  rahatsız eriyor artık.İlginin veya ilgimin sadece iki rekatlık Cum'a nın farzı süresine denk olduğu bu yapı değişmeli. Alışılmamış sorgulamalar bence başlamalı.   

NECİB SULTANDAN

 AZİZİMİN fem'i saadetlerinden

İNSANIN İHTİYAÇ DUYDUĞU ÜC İNSAN.ARKADAŞ-SIRDAŞ-AYNA
ARKADAŞ'lıkta esas olan Denenmişlik.Hani daha önce bu deneme hadisesini (Celal Tevfik Karasapan'ın İskenderun hadisesini) aktarmıştık.daha öncesini şöyle anlattı.1952 yılı ,Konya'daki gazete bayisine 10 adet Cumhuriyet gazetesi gelir.Bu gazetenin kadrosu içinde Derin devlet insanları olduğu için zuhur edecek hadiseleri 1 ay öncesinden bu gazete yazıları içinde bulmak mümkün olduğu için bende onbirinci abone olmaya karar verdim.Ancak gazete bayi bana gizli veriyordu.Konyada Necip Fazıl'ın önderliğinde yurt genelinde kurulan Milliyetçi Gençlik Derneği'ni kurduk.(İsmi belki farklı olabilir.)10 tane esnaf arkadaş dernek binası olarak bir yer tuttuk.masrafını kendi aramızda karşılayarak masa sandalye,çay malzemeleri aldık.Akşamlarıda dernek binasında kitap okuma alışkanlığını başlattık.Derneğin Erzurum şubesi dışarıdan yardımda aldığı için Bankada ayrıca 40.000 TL paralarının olduğunu söyleyerek en faal olan şube diye söylenmişti.Demokrat parti İktidarda.Ali beyin oğlu milliyetçi olmuş,biz milliyetsizmiyiz laflarıda kulağıma geliyor.Gençleri örgütlüyoruz.Çalışmaların hızlı bir zamanında Demokrat partinin isteği ile yurt genelinde derneğin tüm şubelerine baskın yapılıp o gece emniyette geçirildi.Ertesi gün mahkeme ve dernek kapatılarak mallarına el konuldu.Necip Fazıl bu hadise üzerine "Menderesin suyu ısındı"demişti.Dikkat edilirse ,o dönem,islami kesim iktidardan çok şeyler bekliyordu.Bu sükuti hayali Necip Fazıl o zamanki yazılarında görmek mümkün.
DENENMİŞ ARKADAŞ kavramını şöyle öğrendim.Güneş ve ayı gösteren ,İsviçre malı olmayan ,altın renkli krom kaplı çok gösterişli bir saat piyasaya yeni girmişti.fiatı 50 TL.saatçi arkadaşıma gittim.çok fonksiyonlu olduğu için bozulma halinde parça durumunu sorduğumda parçasının olmadığını söyleyince reo marka İsviçre malı mekanik bir saati bana ayda 5 TL taksitle 100 Lira fiatla sattı.Ertesi gün dernekle beraber olduğumuz bir arkadaşın kolunda gösterişli sati gördüğümde "saatleri değişelim mi?" teklifini yaptığımda "saati yeni aldım,hevesim gitsin ondan sonra"diye cevap aldım.sonraki gün bu arkadaş bana gelerek "Tamam teklifini kabul ediyorum Değişelim "deyince ben "-o zaman isteğim vardı ama şimdi istemiyorum "diye cevap verip ayrıldıktan sonra ben doğruca bu satleri satan arkadaşın dükkanına gittim ve sordum:"-Filan sana geldimi?ne sordu ne dedin?"deyince saatçi arkadaş:"-Evet o bana geldi.bu saatlerin fiatını sordu.gösterişli olan saat 50 TL,mekanik reo marka saat 100 TL diyerek mekanik  saatin daha iyi olduğunu söyledim"deyince arkadaşımın "ferağat"noktasında denemeyi kaybettiğini anladım.Denenmiş arkadaşı bulmak çok zordu.
SIRDAŞ'a gelincebunun faydası insan bazı problemleri konusunda sır sahibi birisini bulup bu problemleri istişare ettiği takdirde ,Beden bu problemin yükünden en azından yarı yarıya kurtulurmuş.SIRDAŞ tek kişi olurmuş.AZİZİM ,böyle bir kişi bulamadığı için Mürşitlerini SIRDAŞ olarak kabul edip bu sorunu çözdüğünü söylemiş,şu hikayeyi ilave etmişti.Padişahın biri ,vezirine emir vermiş:"-En iyi berberi saraya getirin.Sarayda çalışacak".Berber gelir,ancak 15 gün sonra kafası vurulur.Tekrar yeni bir berber aranır,bulunur gelir bir ay sonra kafası vurulur.Bu mihvalde berber kalmamış ülkenin uzak yerlerinden berber aramaya karar vermişler.Bir berber bulmuşlar.Çalışıyormuş.Bir ay,bir sene,üç sene işine devam etmiş.Hiçbir şey yok.Padişah,Bir gün buğday tarlaları içinde gezerken esen rüzgar'ınh tesiriyle buğdayların bir ses çıkardığını duymuş ve dinlemiş"Padişahın kulakları eşek kulağı gibi".Padişah saraya dönmüş ve derhal berberi çağırtmış.Berber huzura gelip cellatların hazır olduğunu görünce doğruyu söylemeye karar vermiş.Meğer padişahın kulakları çok büyük merkep kulağı gibi imiş.Daha önce gelen berberler padişahın bu sırrını kendi aile efradına ifşa ettiği için Padişah başını vurdururmuş.Sarığın kapladığı bu kulakları hiç kimse dışarıdan görme imkanı olmamış.Son berberde padişahın bu sırrını hep muhafaza etmiş kimseye dememiş ancak,saraydan uzak bir tarlaya yer altına bir mahzen kazdırıp oraya girer ve yer altında "Padişahın kulakları eşek kulağı gibi"sözünü söyleyerek bu sırrın vücuduna verdiği ağırlıktan kurtulurmuş.Ancak,toprak ve rüzgar canlı oluğu için o tarlanın başına gidenler tarladaki buğdayların rüzgarda sallanırken bu cümleyi söylediklerini duyarlarmış.
AYNA'ya gelince.Bu bir cisim değil İNSAN'mış. MİR'AT'I MUHAMMEDDEN ALLAH GÖRÜNÜR DAİM.sözü gereği Cenab-ı hakk'ı İnsan-ı kamilde müşahede etme gerçeği.Sağlıcakla kalın 

KÜRT BAHRİ

 Hayırlı Haftalar

Latife mahiyetinde,naz ve niyaz makamında  söylerler KÜRTTEN OLMAZ EVLİYA-KOMAYIN AVLUYA.
Bahri Baba(Bahri Ersoy-namı diğer KÜRT BAHRİ) Erzurumlu Niyazi Baba'dan anlatmıştı:
Efendi hazretleri Erzurumdan Haruniye'ye  bizleri görmeye geldi.Bir cuma akşamıydı.Camiye gittik yatsı namazına.Cemaat içinde Efendi hazretlerinin tabilerinden Cevdet Ağa isimli bir ağa vardı.Evinde yemekle alakalı tüm hazırlıkları yapmış bekliyordu.Niyazi Baba oraya gitmedi.hiçbir hazırlık yokken bizim eve geldiler.28 kişi.Sordum:Efendim,Cevdet ağanın evinde tüm hazırlıklar yapılmadı oraya niçin gitmedinde buraya teşrif ettin?bana buyurdu ki:"Bahri baba.Cevdet ağanın evinde silah var.Eğer oraya gidersek jandarma orayı bastığında ağayı tutuklarlar.silahtan dolayı kurtulamaz.Bana Lambayı söndür bir zikir çekek dedi.Lambayı söndüreceğim zaman Yunus A.S ın kıssasını anlattı.Birazdan jandarmalar evi sardı.Niyazi Baba'nın sözünden jandarmaların geleceğini sezmiştim.Çünkü Niyazi baba içeride bulunan kişilerden dolayı bunların hepsi dervişmi? müritmi ?diye sordu Bende bilmiyorum dedim.Mübarek Birazdan anlarız"dedi.Jandarmalar bizleri aldı 28 kişiyi gece saat on ikide ayakta durma imkanı bile kısıtlı 8 metrekare bir yere tıktılar.gündüz cuma namazına gitmeye izin yok.Jandarma nezaretinde bizleri Bahçe ilçesine götürdüler.İfadelerimi alan bir Diyarbakırlı vekil öğretmeni 12 Eylül ihtilali Kaymakam yapmıştı.İfade akabinde İkindi vakti Adana Sıkıyönetim'e gönderildik.Sıkıyönetimde minübüsten inmedik.Bir Albay içeri girdi dosyalarımızı tek tek inceledi.Bunları buraya kim gönderdi diye uzmana sordu.Efendim Kaymakam gönderdi"denince telefonla Bahçe jandarma komutanlığını aradı Kaymakam'ın kim olduğunu sordu.Bölük komutanı:"Diyarbakırlı vekil öğretmen "deyince bizi minübüsten indirmeden geri gönderip serbest bıraktı.
ALLAH DEMENİN YASAK OLDUĞU DEVİRLERDEN BUGÜNE GELDİK.NİYAZİ BABALAR GÖÇTÜ GİTTİ.DUMLU HAZRETLERİ,TATLICI ALİ EFENDİ,MEDLİ DEDE GİBİ BİLİNENLER VE NİCE BİLİNMEYENLER GÖRÜNEN ALEMDEN ÇEKİLDİLER.YÜKÜ ONLAR ÇEKTİ.O GÜNLERİN ZORLUKLARINI UNUTMADAN BUGÜNKÜ SERBESTLİĞİMİZİN KIYMETİNİ BİLİP ŞÜKRÜNÜ EDA ETMEMİZ GEREKMEZ Mİ?
********

EHLULLAH ZİYARETİNİN ADABLARINDAN

Haruniye'den Kürt Bahri anlatmıştı.Birgün Erzurumdan bizim efendimiz Niyazi Baba misafir gelmişti.Beni Dörtyol'a Ali baba'ya götür dedi.O zamanlar Kamyonculuk yapıyordum.Kamyona bindik,Ali Baba'nın bulunduğu mahalle geldik,yola sapacakken buyurdu ki:"Nizamiye nöbetçisine gidelim izin alalım"demesi üzerine Dörtyol İstikametine devam ettik.Nizamiye Nöbetçisinin Dörtyol'da Terzilik yapan Necib Efendi(YÜZBAŞIOĞLU) olduğunu anladım.Kamyonu çarşı içine park ettim.Niyazi baba bana:"-Git müsaade iste"dedi.İndim dükkanına doğru yürürken yarı yolda Necip Efendinin bize doğru hızla geldiğini gördüm."-Müsadeye gerek yok buyrun gelin"dedi.Hep birlikte dükkana geçtik 1 saate yakın dükkanda oturdular.Tek kelam konuşmadılar.sadece Yüzbaşıoğlu,Niyazi Babaya hitaben"-Senin alnındaki nur'a kurban olayım"demesiyle ayıkdım ve her iki insanın büyüklüğüne şahit oldum.Niyazi Efendi,Ali baba'yı müsade ederse ziyaret etmek istediğini belirtti."-Tabi sultanım dedi.ben de sizinle geleyim"deyince hep birlikte kamyonla Ali baba'nın uzun oturduğu çadır'a gittik.Ziyarete varıp oturduk.uzunca bir süre hiç kelam olmadı.bu esnada Ali Baba'ya hizmet eden sakallı Ali,tepsi içinde ikram için Karpuz getirmişti.Ali Baba,oturduğu yerden karpuz tepsisine bakarak sükutu bozdu ve "-Karpuzda oluk mu ne ?"sözünü kullandı.Bir yıl sonra bu sözü çözebildim.Ali Baba ,ziyaretine gelen Niyazi Baba için bu söz kullanmış ve onun kemalatını ifade etmişti.
Bu ziyaretten sonra Niyazi Baba'ya sordum:"-Efendim,Terzi Babayla konuşmadınız,Ali baba ile de konuşmadınız"deyince Niyazi baba bana:
"-Bahri Efendi.biz çok şeyler konuştuk sen anlamadın.Ali Baba'da Naci sırrı var.İneğin karnındaki dananın kırmızımı siyahmı olduğunu bilir"dedi
******