Konya'dan Bursa'ya göçen bir aile var idi. Adamın iki oğlu büyümüş, bir oğlu askerde, diğer oğlu hafızlığa çalışırken adam vefat etmişti. Kadın yalnız başına ne yapacağını bilmez iken, Belediye yol genişletmesi nedeniyle gecekonduyu yıkma kararı tebliğ etmişti. Anne perişan bir vaziyette hafız oğluna çaresizliğini anlattı. Bursa da o zaman iki tane ipek kumaş fabrikası vardı. Birisi İpeker diğeri Resul bey. Konyalı olması hasebiyle dertlerini anlatmak için Resul ağaya giderler, durumlarını anlatırlar. Ağa ilgileneceğini söyler. Sabahleyin yıkım ekipleri eve geldiğinde, ağa Belediye ile arası iyi olduğu için belediyeden mehil alır. Aile evi kendileri yıkacaktır. Buna karşılık Belediye kendilerine bir ev birde para verir. Resul ağa askerden gelince oğlun bana gelsin der. İpek kumaş imal eden fabrika o zamanlarda ipek böceğine dut yaprağı değilde başka ot verdiğinden elinde külliyetli miktarda kumaş stoku vardı. Askerden gelen oğlanla birlikte hafız kardeşine bu işin pazarlamasını verdiler ve bu kardeşler İskenderun'da Altındişler otelinin altında bir dükkan ve depo kiralayarak gömleklik olarak ipek kumaş toplarını getirmekte idiler. Üç gömleklik kumaşı 15 liradan satmaya başladı .Kumaşın albenisi fevkalede idi. Bir iki ay içinde insanlar, terziler bu kumaştan kapış kapış aldılar. Ben terzi olmam hasebiyle kumaşın durumunu bilmekte idim. Dut yaprağı yemeyen koza, başka otla beslenirse ondan imale edilen ipek bir kaç yıkanma sonrası altı ay içinde dikiş yerlerinden çözülür. Bu nedenle kumaş alıp dükkana gömlek dikmek için gelen müşterinin siparişini, ancak altı ay sonra teslim ederim diye geri çevirdim. İnsanlar başka terzilere yöneldi. Stokları eritip bir miktar kumaş kalınca satışlar bıçak gibi kesildi. İki kardeş o zaman aile oteli niteliğinde olan Erzin otelinde kalmaktalar idi. İki kardeş düşen satışlar üzerine dükkanıma geldiler ve bana :"Sen hemşerimizsin niçin işimize taş koyuyorsun?" dediler. Ben ise onlara dükkanımda sattıkları kumaşlardan hiç olmadığını gösterdim ve işin mahiyetini anlattım. Çünkü kumaşın foyası meydana çıkmıştı. Bir akşam vaktinde otelin aşağıda olan ve mescit olarak kullanılan kısmında hafız olan kardeş namaz kılmakta idi. Birden Bir "Allah" sedası patladı ki, tüm binanın camları sallandı. Oteldekiler, pasajdakiler telaşla ne oluyor dediler. Hafız, yerde diz çökmüş vaziyette kendinden geçmiş halde oturmakta idi. O esnada otelde bulunan bir doktor hemen oturan adamın kalçasına sakinleşmesi için bir morfin yaptı ama tesiri hiç olmadı. Daha sonra bir morfin yine yaptı ama hiç etkisi olmadı. Oteldekiler tedirgindi. İri yarı iki kişi, hafızı oturduğu yerden kaldırmak istediler ama hiç kıpırdatamadılar. Erzin otelinin müsteciri Rahmi bey beni çağırttı. Yanında İskilipli atıf efendinin yetiştirdiklerinden şeyh Ömer Temiz efendi vardı. Ömer Efendi, bana hitaben:"Yüzbaşıoğlu! hafızı ancak sen kaldırabilirsin"dedi. Büyüklerin bana öğrettikleri bir şey var idi. Hafızın yanına vardım ve ismi ile hitap ederek elini uzatmasını istedim. Uzattı kaldırdım ve benim terzi dükkanıma oturttum. İçinde yirmi dört şişe olan bir kasa gazoz getirttim. Hafız tüm şişeleri içti"
Bu hadiseyi anlatan Necib Sultan buyurdu ki Esmai hüsnanın müsemması tecelli ederse kişinin zahirdeki konumu tamamen değişir. Hatta bir duvara çiviyi çakacak mecali kendinde bulamaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder